6 Haziran 2025 Cuma

Yeni Anayasa Gölgesinde Sessiz Diyaloglar

Geçtiğimiz günlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) yaşanan Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) üye seçimleri, Anayasa’nın açık hükümlerine rağmen tartışmalı bir şekilde sonuçlandı. İlk turda üçte iki, ikinci turda beşte üç çoğunluk sağlanamamasına rağmen, Anayasa’da öngörülen kura çekimi yerine, Meclis Başkanı üçüncü bir tur oylama yaptırarak salt çoğunlukla üyeleri belirledi. Bu süreç, hukuk devleti ilkeleri açısından ciddi soru işaretleri doğurdu.

Anayasa’nın 159. maddesi, HSK üyelerinin seçimi için belirli çoğunlukların sağlanamaması durumunda kura çekilmesini öngörürken, bu hükmün göz ardı edilmesi, hukukun üstünlüğü ilkesine aykırı bir uygulama olarak değerlendiriliyor. Bu durum, Türkiye’nin 150 yıllık anayasa deneyimi ve hukuk devleti tecrübesine zarar veriyor. Tam da bu anayasal ihlallerin gölgesinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni anayasa çağrısı dikkat çekici bir çelişkiyi ortaya koyuyor.

Bu gelişmelerin ardından, Erdoğan’ın yeni bir anayasa hazırlığı içinde olduğu ve bu süreçte 10 hukukçudan oluşan bir ekip görevlendirdiği açıklandı. Sayın Erdoğan şu anda hep anayasayı önceliyor. Çünkü o da çok iyi biliyor ki eğer seçimden önce anayasa değişmezse bir daha bu tabloyu oluşturamaz. Bir daha Mecliste böyle bir aritmetiğin oluşması çok zor. Meclis’te içlerinde usul ve tarza itiraz edenler olsa da “Terörsüz Türkiye” sürecini destekleyenler büyük çoğunluk.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, son açıklamalarında yeni anayasa için CHP’ye çağrıda bulunarak, “Gelin el ele verelim” dedi. Bu çağrıyı yaparken, yeni anayasayı kendi siyasi geleceği için değil, ülkenin menfaati için istediklerini savundu ve “Benim tekrar aday olma gibi bir derdim yok” ifadelerini kullandı. Ancak bu sözler, mevcut siyasi tablo ve daha önceki uygulamalar dikkate alındığında ciddi soru işaretleri doğuruyor. Zira yürürlükteki anayasa hükümleri açık olmasına rağmen, önceki seçimde adaylık konusunda yapılan tartışmalar hâlâ hafızalarda. Bu durumda “kişisel bir amaç yok” vurgusunun, kamuoyunu ikna etmekte ne kadar yeterli olduğu tartışmaya açık.

Bu konuda bir açıklama yayımlayan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk milletinin, yeni yüzyılın yol haritasını çizen Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a çok ihtiyacı olduğu tartışmasız bir tarih ve hayat gerçeğidir” ifadeleriyle Erdoğan’ın liderliğine açık destek verdi. Bahçeli, “Derdi vatan ve millet olan bir Cumhurbaşkanının yolundan caymaya hakkı yoktur” diyerek bu desteğin sadece siyasi değil, adeta tarihsel bir zorunluluk olduğunu savundu. Ancak bu çıkışın satır aralarına dikkatle bakıldığında, aslında ortaklığa dair bir sorgulamanın da izleri görülüyor. Bahçeli’nin sözleri, “Biz bu kadar söz verdik, beraber yola çıktık; şimdi nereye gidiyoruz, ne oluyor?” sorusunun bir dışavurumu olarak da okunabilir.

İktidarın anayasa üzerinden muhalefeti sıkıştırma hamlesi sürerken, diğer yandan terörle mücadele politikalarında yaşanan sessizlik, dikkat çekici başka bir normalleşme örneğiyle karşımıza çıkıyor. PKK’nın son kongre bildirgesinde, Cumhuriyet’in ilk dönemine yönelik “soykırım” suçlaması yer alıyor. Bildirgede, 1923 tarihli Lozan Antlaşması ve onu takip eden 1924 Anayasası’nın, Kürtlerin inkâr ve imhasına yol açtığı iddia ediliyor. Bu, sadece tarihi çarpıtma çabası değil, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin meşruiyetine doğrudan bir saldırıdır.

Öte yandan örgüt, silah bırakmaktan söz ederken bile çatışma dilini terk etmiyor. Bu durum barışa değil, taktiksel bir mevzi değişikliğine işaret ediyor. Eğer siyasi temsil alanı, onca demokratik süreçten sonra yine “KCK gölgesi” altında şekillenecekse, bu Türkiye için değil, en başta Kürt halkı için büyük bir kayıptır. Zira Öcalan’ın bile teslim alındığında “Türkiye’ye hizmet etmeye hazırım” dediği bir dönemde, örgütün varlığını hâlâ sürdürmesi, başka hesapların devrede olduğunu açıkça göstermektedir.

Örgüt ve uzantıları taleplerini cesurca dile getirirken, iktidarın bu konudaki sessizliği dikkat çekiyor. Süreç tersine dönerse ne olacak? Yerine getirilemeyecek talepler de ısrar edilirse, bu taleplere kim dur diyecek? Üstelik bu yapıların ardında emperyal hesapların ve yönlendirmelerin olduğu da ortadayken… Dolayısıyla, kamuoyunun haklı olarak sorduğu o soruyu biz de soruyoruz: Ne oluyoruz gerçekten?

Benzer Yazılar
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Oldest
Newest Most Voted
Inline Feedbacks
View all comments
Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi