Atatürk ve Türk Milleti Tanımı Üzerine Yüklenme tarihi 2 Haziran 20252 Haziran 2025 Yükleyen Ali Bestami Kepekçi Atatürk’ün “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözü, onun millet anlayışının temelini oluşturur. Bu anlayış, ırk ya da din ayrımı yapmadan kendisini Türk hisseden herkesi Türk milleti içinde kabul eden modern ve kapsayıcı bir anlayıştır. Atatürk’e göre Türklük, bu vatanı seven, onun birliği ve geleceği için çaba gösteren herkesin ortak paydasıdır. Benzer bir vatandaşlık bilinci bugün modern devletlerde de görülmektedir. Almanya örneğinde olduğu gibi, etnik kökeni farklı olsa da kendisini Alman hisseden ve Alman değerlerini benimseyen bireyler Alman kimliği ile kabul görmektedir. Burada aidiyet hissi belirleyicidir. Tarihte Macarların Hunlar üzerinden Türk kökenli olduğu sıkça dile getirilmiştir. Atilla’nın torunları olarak kabul edilen Macarlar, Kaşgarlı Mahmud’un Divanü Lügati’t-Türk adlı eserinde Türk boyları arasında sayılmıştır. Ancak zamanla Hristiyanlaşmaları, farklı dil ve kültürlerle bütünleşmeleri sonucunda kimlik dönüşümüne uğramış ve günümüzde kendilerini Fin-Ugor kökenli bir millet olarak tanımlar hâle gelmişlerdir. Bu değişim, din, dil ve kültür gibi temel kimlik unsurlarının tarihsel etkisini göstermektedir. Osmanlı döneminde ise millet anlayışı dini kimliğe dayanıyordu. Kemal Karpat’ın da belirttiği gibi, Osmanlı toplumunda halk kendisini Osmanlı’dan çok “Müslüman”, “Hristiyan” ya da “Yahudi” olarak tanımlamış, bu da bir milli kimlik oluşumunu engellemiştir. 1857 tarihli “açık kapı politikası” çerçevesinde Osmanlı topraklarına pek çok farklı etnik ve dini yapıdan göçmen alınmış, özellikle ekonomik ve siyasi sebeplerle Yahudi göçleri teşvik edilmiştir. Bu süreçte Filistin’de Yahudi yerleşimleri artmış, Osmanlı’nın gayrimüslim göçmenlere toprak vermesi ve vergi muafiyetleri sağlaması ileride İsrail devletinin temellerini oluşturan unsurlardan biri olmuştur. Atatürk, bu karmaşık yapıyı iyi analiz etmiş ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken farklı bir yol izlemiştir. Lozan Antlaşması kapsamında yapılan nüfus mübadelesinde temel kıstas “din” olmuştur. Rum Ortodokslar Yunanistan’a gönderilirken, çoğunluğu Türkçe bilmeyen fakat Müslüman olan Arnavut, Pomak, Boşnak gibi gruplar Türkiye’ye göç etmiştir. Bu kişiler, Müslümanlık kimliği dolayısıyla “Türk” kabul edilmişlerdir. Bu, Atatürk’ün millet tanımında dini birliğin de önemli bir unsur olduğunu gösterir. Mustafa Kemal Paşa’nın 1 Mayıs 1920’de Meclis’te yaptığı konuşmada “Bu Meclis yalnız Türklerden değil; Kürt, Çerkes, Laz ve diğer Müslüman unsurlardan oluşur” demesi de bu anlayışı yansıtır. O, dini ve kültürel ortaklığı esas alarak etnik farklılıkları aşan bir millet tanımı geliştirmiştir. Türk, Kürt, Çerkes, Laz, Boşnak gibi gruplar, bu topraklara ve değerlere bağlılıkları ölçüsünde bu milletin eşit ve asli unsurlarıdır. Ancak bu anlayışı çarpıtan bazı söylemlerden de sakınmak gerekir. Günümüzde “Türk, Arap, Kürt kardeştir” ya da “Malazgirt ortak zaferdir” gibi ifadelerle suni bir birliktelik inşa edilmeye çalışılmakta, gerçek kültürel, tarihsel ve siyasi birlik göz ardı edilmektedir. Oysa bir millet olmak, sadece aynı dine inanmakla değil, ortak kader, kültür ve vatan duygusunu paylaşmakla mümkündür. Atatürk’ün millet anlayışı; modern, kapsayıcı ve aidiyet temellidir. Kendini Türk hisseden, bu vatanın bütünlüğü için çaba harcayan herkes bu millete dahildir. Türklük bir ırk değil, bir duruştur. Bu anlayışı doğru anlamak ve bugün hâlâ geçerli bir ölçü olarak görmek gerekir. Ne mutlu Türk’üm diyene. Benzer Yazılar Kırlangıcın hikayesi Yankı Gece ile Gündüzü Nasıl Ayırt Ederiz? Oruçla? HEMEN PAYLAŞFacebookPinterestTwitterLinkedinEmailWhatsapp