14 Eylül 2025 Pazar

Sandık mı, Kayyum mu? Asıl Olan Milletin İradesi

Cumhuriyetimizin ilanı, milletimizin modernleşme yolunda attığı en köklü adımlardan biridir. Ancak çoğu zaman gözden kaçırdığımız önemli bir hakikat vardır: Cumhuriyetin ilanından üç yıl önce, 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi açılmıştır. Bu tarih, yalnızca yeni bir kurumun kuruluşu değil, aynı zamanda millet iradesinin devlet düzeninde açıkça tecelli etmesidir.

Cumhuriyetin 29 Ekim 1923’te ilan edilmesi, bu iradenin doğal bir sonucudur. Önce irade, sonra rejim gelmiştir. Önce milletin temsilcileri Ankara’da bir araya gelmiş, ardından Cumhuriyet kurulmuştur. Bu kronolojik sıra, aslında devlet felsefemizin özünü yansıtır: Millet iradesi her şeyin önündedir.

Meclisin Tarihî Rolü

Kurtuluş Savaşı’nın en çetin günlerinde açılan meclis, yalnızca kanun çıkaran bir organ değildi. O, fiilen milletin iradesini temsil eden, cephedeki mücadelenin siyasi güvencesi olan bir merkezdi. Dünyada pek az örneği vardır ki bir halk işgal altındayken yeni bir meclis kurabilsin ve kendi geleceğini tayin etsin. Ankara’da kurulan meclis bu bakımdan sadece bir yasama organı değil, aynı zamanda bir bağımsızlık manifestosuydu.

Cumhuriyet, bu meclisin aldığı bir kararla ilan edilmiştir. Dolayısıyla Cumhuriyet, meclis iradesinin üzerinde değil, onun kararıyla vücut bulmuş bir rejimdir. Bu sebeple meclis “gazi” unvanını hak etmiş; çünkü hem savaşın hem barışın hem de rejim değişikliğinin merkezinde yer almıştır.

Demokrasi ve “Miş Gibi Seçim” Tehlikesi

Bugün geldiğimiz noktada, milletin iradesinin gerçekten tecelli edip etmediği üzerine ciddi tartışmalar vardır. Demokrasi yalnızca sandığa gitmek değildir; özgür iradenin sandığa yansımasıyla anlam kazanır. Ancak bazı işaretler, bizi “miş gibi seçim” riskine doğru sürüklemektedir.

İktidar, CHP’ye yönelik yargı süreçlerini “bağımsız mahkemelerin kararı” olarak nitelendiriyor. Parti içi iktidar kavgaları ve koltuk mücadelelerinin yargı eliyle çözüldüğünü savunuyor. Ancak toplumun geniş kesimleri bu açıklamaları ikna edici bulmuyor. Anketler de gösteriyor ki, iktidarın “hukuki süreç” söylemi kamuoyunda karşılık bulmuyor. Aksine, çoğunluk bu müdahaleleri siyasi görüyor.

Bu tablo, iktidarın zaten var olan inandırıcılık sorununu daha da derinleştiriyor. Gerçekten demokratik siyasete bağlılık gösterilmek isteniyorsa, bunun yolu açıktır: Sandığı, seçmenin iradesini, çok partili hayatın kurallarını ve seçimle iktidarın değişebilmesini savunmak. Kayyum uygulamaları yerine, “yargının kararları tartışmalı olabilir; fakat biz siyasetin meşruiyetini seçimde görüyoruz” denebilirdi. Geçmişte iktidarın zaman zaman benzer adımlar attığı düşünüldüğünde, bugün aynı tavrı sürdürmemesi için ortada bir gerekçe bulunmuyor.

Milletin İradesi Yargılanabilir mi?

İşte bu çerçevede bazı davalara da dikkatle bakmak gerekir. Bir siyasetçi, hangi görüşten olursa olsun, arkasında onu destekleyen bir millet kesimini temsil eder. Dolayısıyla bu tür davalar, aynı zamanda milletin iradesine açılmış bir dava anlamına gelir.

Geçmişte Karaman’da BTP il kongresinin engellenmesi, bugün ise CHP’de “çağrı heyeti” süreci, farklı aktörlerle aynı zihniyetin ürünü olarak karşımıza çıkıyor. İsimler değişiyor ama anlayış değişmiyor: Siyasi hayatı dışarıdan dizayn etme iradesi.

Toplumda yaygın kanaat şudur: Yargı, kritik konularda çoğu kez iktidarın işaret ettiği çizgiden ayrılmamaktadır. Bu algı, yüksek yargının istenmeyen kararlarının uygulanmaması ve bazı hakim-savcıların görevden alınmasıyla güçlenmektedir. Muhalefetin beğenmediği kararları tanımama hakkı yokken, iktidarın güçten kaynaklanan tasarrufları siyasetin ahlaki dengelerini sarsmaktadır.

Sosyolojik ve Politik Gerçekler

CHP’nin direnç politikaları, kimi zaman toplumsal bir cazibe üretmektedir. İktidarın baskıları, adaletsizlikler ve ekonomik sıkıntılar seçmen kaymalarına yol açıyor. Yeni bir sosyoloji, daha doğrusu yeni bir seçmen sosyolojisi ortaya çıkıyor. Bu da iktidar değişikliğini gündeme getirebilir. Ancak Türkiye gibi kültürel ayrışmaların derin olduğu bir toplumda, bu ihtimal hemen gerçekleşmeyebilir.

Öte yandan, CHP’deki iç çekişmeler de bu tabloyu zayıflatıyor. Parti kadroları, dış baskıları göğüslemek yerine çoğu zaman iç iktidar mücadelesine odaklanıyor. Mahkeme kararlarının anayasa ihlali olduğunu savunan yönetimle, kayyum olarak göreve gelen isimlerin çatışması, siyaseti bulanıklaştırıyor. Bu durum, toplumda iktidarın baskılarından ziyade muhalefetin dağınıklığının konuşulmasına yol açıyor.

Tarihten Gelen Ders

Tarih bize defalarca göstermiştir ki millet iradesiyle çatışan hiçbir anlayış kalıcı olmamıştır. Kurtuluş Savaşı bunun en açık örneğidir. Dışarıdan dayatılan hiçbir plan, millet iradesiyle birleşmediği sürece başarılı olamamıştır. Bugün de aynı kural geçerlidir.

Burada birlik vurgusunun altını çizmek gerekir. O meşhur “çubuk hikâyesi” boşuna anlatılmamıştır: Tek bir dal kolayca kırılır, ama yan yana gelen onlarca dalı kırmak mümkün değildir. Siyasi görüşler farklı olabilir, düşünceler ayrışabilir; ancak ortak ilkeler etrafında buluşulduğunda milletin iradesini hiçbir güç kıramaz.

Ahkam-ı Hatime

Bugün siyasi partilerin iradesi dışında şekillendirilmeye çalışıldığını görüyoruz. Eğer buna sessiz kalınırsa, yarın aynı müdahaleler toplumun bütün yaşamına uzanacaktır. İsimler gelip geçer, sistemler değişebilir ama ilkeler yaşatılmazsa ne cumhuriyet ne de demokrasi ayakta kalabilir. Bu yüzden siyaset üstü bir duruşla ortak değerler etrafında buluşmak, hukuka ve adalete sahip çıkmak zorundayız.

Aksi halde sadece kongreler ve partiler değil, milletimizin yıllar içinde kazandığı bütün haklar ve özgürlükler tartışmaya açılacaktır. Türkiye, tek partiye ve tek adama mahkûmiyet yoluna girmemelidir. Milletin iradesini korumak, yalnızca bir partinin değil, tüm toplumun tarihî sorumluluğudur.

Benzer Yazılar
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Oldest
Newest Most Voted
Inline Feedbacks
View all comments
Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi