21 Kasım 2024 Perşembe

Anestezi Hakkında SSS

Soru: Hastalara anestezi nasıl, hangi yollarla verilir?

Lokal anestezi, cerrahi işlem öncesi işlem yapılacak olan bölgeyi geçici olarak hissizleştirmek amacı ile anestezi ajanın uygulanmasıdır. Lokal anestezik ilaç, direkt işlem yapılacak bölgeye uygulanır. Topikal, subkutan veya doğrudan sinir çevresine uygulanabilirler.

Bölgesel anestezi, ameliyat öncesi bölgeye giden sinirlerin uyuşturulması ve o alanda işlemin yapılabilmesinin sağ­lanmasıdır. Bölgesel anestezide ya hastanın kol ve bacak gibi bir uzvu uyuşturulur ya da alt ekstremiteler uyuşturulur.

Epidural ve spinal anestezi, bölgesel anestezi yöntemleri içinde en sık uygulanan yöntemlerdir. Epidural anestezide, omuriliği ve omurilikten çıkan sinirleri saran zarın etrafına lokal anestezik ilaçlar verilerek ağrının beyine iletilmesi engellenir. Spinal anestezide ise lokal anestezik ilaçlar bu zarın altında yer alan beyin-omurilik sıvısına verilir. Yani her iki yöntemde de uygulama belden yapılır.

Periferik sinir bloğu dediğimiz bölgesel anestezi uygulamalarında ise; lokal anestezik ilaç, omuz, kalça, bilek vb. alanlarda bulunan sinir pleksuslarının çevresine uygulanır .

Genel anestezi; sedasyon etkili ve kas gevşetici ajanların birlikte kullanımı ile hastada bilinç, refleks ve ağrı duyusunun geçici olarak kaybının sağlanmasıdır. Genel anestezi uygulama şekillerini ise şu şekilde sıralayabiliriz:

  • İnhalasyon: İnhalasyon anestezik ilaçlarının solutulması sonucu bilinç kaybı gelişmesi sağlanır.
  • İntravenöz: İntravenöz anestezik ilaçlar denilen ilaçların damar yolundan uygulanması ile bilinç kaybı gelişmesi sağlanır.
  • İntramuskuler: Özellikle damar yolu bulmakta zorluk çekildiği durumlarda, intramuskuler kullanılmasında sakınca olmayan intravenöz anestezik ilaçlar, kas içine zerkedilir.
  • Rektal: Çok yaygın bir uygulama değildir. Damar yolu problemi yaşanan küçük çocuklarda ve kısa işlemlerde anüsten anestezik ilaçların uygulanması şeklindedir.

Soru: Anestezi ajanın kullanım yolları yaşa göre farklılık gösterir mi?

Yetişkinlerde anestezi yöntemi yapılacak olan işleme göre farklılık göstermekle birlikte genelde anestezik ilacın intravenöz (damar içine) uygulanması şeklinde olur. Yetişkinlerde nadiren inhaler anestezik ilaçlar inhaler (soluma) yöntemi ile de uygulanabilir.

Çocuklar ise damar yolu açılmasında çok ajite olabilmeleri sebebi ile intravenöz uygulama ilk tercih değildir. İlk olarak ağızdan sakinleştirici olarak anestezik ilaç verilir. Ardından ameliyathanede bir maske yardımı ile anestezik gaz soluk yolu ile uygulanır. Böylece hastanın bilincinin kaybolması sağlanır.

Yaşa göre anestezi uygulama yollarının yanında kullanılan ilaçların dozu da değişir. Genelde yaşlılarda, çok daha düşük doz ilaçlar kullanmak gerekirken, çocuklarda kilogram başına uygulanan ilaç dozları daha yüksektir.

Soru: Ameliyat sırasında uyuyan hastaların, bazı sesler duydukları, bazı şeylerin farkında oldukları doğru mudur? 

Uzmanlara göre anestezi altında uyanıklık ya da farkında olmak çok nadir rastlanılan bir durumdur. Farkındalık, hastanın tamamen şuursuz olduğu düşünülen dönemdeki olayları hatırlamasıdır.

Anestezide farkındalıkta hasta, hiçbir ağrı duymaz, sadece anestezi seviyesinin yüzeysel olmasından dolayı etraftaki olayların veya konuşulanların farkında olabilmektedir. Hastalar, sanki rüyadaymış gibi bazı sesler duyduklarını ifade ederler.

Anestezi sırasında hastaya birtakım ilaçlar, çeşitli oranlarda karıştırılarak verilir. Hasta kimyasına göre bu maddelerin dozajlarının anestezist tarafından iyi ayarlanması gerekir. Bu ilaçların eksik ya da geç yapılmasından dolayı, hastalar da farkındalık gelişebilir. Farkındalık en çok sezaryenlerde olur. Bunun nedeni, anestezi sırasında verilen ilaçların bebeğe geçmesin, bebeğe zarar vermesin diye, bebek doğana kadar az verilmesi ya da hiç verilmemesindedir. Anestezi farkındalığının rastlanma sıklığı literatürde 1000 operasyonda 1,3 olarak bildirilmektedir.

Soru: Epidural doğum nedir? Nasıl yapılır? Anne ve bebeği için zararlı mıdır?

Epidural doğum, halk arasında ağrısız doğum olarak adlandırılır. Doğum sancıları, anneleri gebelik süreci boyunca düşündüren ve genellikle çok şiddetli seyreden ağrılardır. Muhtemelen bir kadının o ana kadar yaşadığı en acı veren ağrılardır.

Annenin bebeğini ilk kez kucağına aldığı, güzel ve özel olması gereken o gün, anneler için pek hoş olmayan hatıralara dönüşebilmektedir. Bölgesel bir uyuşturma yöntemi olan epidural anestezi ile anne adayı hem ağrı duymamakta hem de bu sırada bilinci tamamen açıktır. Bel altı bölgesinde ağrı hissedilmemesi, rahimin kasılma ve ıkınma hareketlerini engellemez. Hatta, sancılar tolere edildiği için daha iyi ıkınma sağlanır. Böylece anne adayı bebeğin dışarı çıkması için doğum ekibine daha çok yardımcı olabilir.

Epidural Doğumda anestezi nasıl uygulanır?

Doğum odasına alınan gebeye oturur şekilde pozisyon verilir. Kişinin bel bölgesinden bir iğne ile epidural aralığına giriş yapılır. Bu aralığa çok ince bir katater yerleştirilir. Bu işlem esnasında hasta her hangi bir ağrı hissetmez. Doğum başlamasına yakın bir zamanda, katater içerisinden lokal anesteziyi sağlayacak ilaçlar enjekte edilir. (Katater silikon bir maddeden yapılmış, çok ince bir sondadır.) 

Hasta bölgeye yapılan baskı ve dokunmayı hissedebilir, ancak ağrıyı hissetmez.

Epidural anestezi, tecrübeli anestezi ve reanimasyon uzmanı doktorlar tarafından yapılır.

Epidural Anestezinin riskleri nelerdir?

Öncelikle içerdiği risk tansiyon düşüklüğüdür. Aşırı kilolu hastalarda, bel bölgesinde bulunan deformasyonlardan kaynaklı olarak anestezi uygulanamayabilir. Nadiren doğum sonrası idrar yapmakta zorluk yaşanabilir. Kullanılan anestezi ilaçlarına karşı alerjik durumlarda bazı hastalarda bölgesel kaşıntı olabilir. Bu durum basit ilaçlarla bir kaç saat içerisinde çözülebilir.

Bu yöntemin bebeğe zararı olur mu?

Usulüne uygun yapıldığı sürece, güvenilir ve sorunsuz bir tekniktir. Ağrıları dinen anne daha düzenli nefes alıp verebileceği için bebeğe ulaşan oksijen miktarı da düzene girer. Bu da daha sağlıklı bir bebek doğmasına yardımcı olur.

Soru: Anestezi Uzmanlığı ile Anestezi Teknikerliği aynı meslek midir? Görev ve sorumlulukları aynı mıdır?

Genel olarak halk arasında anestezi uzmanlığı ve anestezi teknikerliği sıklıkla karıştırılır. Oysaki bu iki meslek birbirinden belirli noktalarda ayrılır. Anestezi uzmanı olmak için sağlanması gereken ilk şart tıp fakültesi mezunu olmaktır. Üniversitelerin 6 yıllık tıp fakültelerinden mezun olduktan sonra her yıl yapılan TUS (Tıpta Uzmanlık Sınavı) sınavında başarılı olmak ve bu alanda uzmanlaşmak gerekir. Anestezi uzmanlığı bölümü de 4 senedir. Yani tıp fakültesine yeni giriş yapmış bir öğrencinin anestezi uzmanı olabilmesi için önünde en az 10 yıllık bir süre vardır.

Dünyada ilk Anestezi uzmanı olarak John Snow (1813-1858) kabul edilir. Türkiye’de ise ilk kez 1949-1954 yılları arasında, bazı hekimler anestezi uygulama faaliyetlerinde bulunmuşlardır. En önemlileri: Simon Batmaz, Cahit Bergil, Kadriye Bilge, Hüseyin Ergönenç, Melih Erhan, Ercüment Kopman, Rüçhan Kutbay, Cemalettin Öner, Hüsnü Öztürk, Sadi Sun’dur.

Anestezi Teknikerliği

Anestezi uygulamalarında anestezi uzmanlarının yardımcı teknik eleman ihtiyacını karşılamak amacıyla, 1985 yılında 2547 sayılı YOK Kanunun 7. maddesinin d fıkrası uyarınca, çeşitli üniversitelere bağlı Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okullarında Anestezi Teknisyeni yetiştiren programlar açılmasına karar verilmiştir. 1988-89 ders yılında Ankara Üniversitesi Rektörlüğüne bağlı Dikimevi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu

Anestezi Programı öğrenci almaya başlamıştır. Halen birçok üniversitede Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu bünyesinde 2 yıl eğitim süresi olan Anestezi Teknikerliği mevcuttur.

Anestezi Teknikerinin Görevleri

  • Anestezide kullanılacak araç-gereçleri hazırlar.
  • Hastanın ameliyathaneye alınmasını sağlar.
  • Hastayı ameliyata hazırlar.
  • Anestezi uzmanı kontrolünde hastanın yaşına, kilosuna ve sağlık durumuna göre uyutucu madde vererek hastayı uyutur.
  • Ameliyat boyunca hastanın durumunu izler. Herhangi bir sorun karşısında anestezi uzmanı ile birlikte müdahalede bulunur.
  • Ameliyat sonrası hastayı, tamamen uyanana kadar takip eder.
  • Hasta tam olarak kendine gelince yataklı servis hemşiresine teslim eder.

Soru: Anestezi ilaçlarına karşı alerji söz konusu olabilir mi? Bunu belirleyecek bir alerji testi var mıdır?

Evet, anestezi ilaçlarına karşı alerji söz konusu olabilir.

Fakat, anestezik maddelere karşı alerjiyi gösteren özel bir test yoktur. Burada hastanın ameliyat öncesi anesteziyi uygulayacak ekip tarafından sorgulanması büyük önem arz etmektedir. Hastanın eski anestezi öyküsü olup olmadığı, eğer anestezi öyküsü var ise bir alerjik reaksiyon gelişmiş mi iyice sorgulanmalıdır. Daha önce anestezi öyküsü olsun olmasın, hastanın nelere alerjisi olup olmadığı iyice sorgulanır. Kronik atopisi olan hastalarda, anestezi sırasında intra venöz olarak verilen ilaçlara karşı allerjik reaksiyon olasılığının daha fazla olduğu kabul edilir.

Eğer alerjisi varsa ona göre tedbirler alınır. Alerji öyküsü olan hastalarda her türlü önlem alındığından, büyük bir risk oluşturacak durum söz konusu değildir. Ayrıca anestezi uygulanan alanlarda bulundurulması zorunlu olan ilaç ve ekipmanlar, gelişebilecek beklenmedik alerji reaksiyonlarına müdahale etmek için yeterlidir. Anestezi uygulayıcıları da bu konu da eğitim almış kişilerdir.

Anestezi sırasında gelişen allerjik reaksiyonlar son yıllarda artmaktadır. Bunun sebebi ameliyat esnasında giderek daha çok ilacın aynı anda kullanılması ve bu ilaçlar arasında görülebilen çapraz duyarlılık reaksiyonları olarak belirtilmiştir.

Bir araştırmada hastaneye yatan hastalarda 10 yıllık bir süre içinde 134 olguda anestezik ilaçlara karşı, kardiovasküler kollaps, bronkospazm ve anjionörotik ödemle karakterize hayatı tehdit eden anafilaktik reaksiyon geliştiği bildirilmiştir. Döküntü, taşikardi ve geçici hipotansiyon görülen hastalar değerlendirmeye alınmamıştır. Bu olguların 67’sinde sorumlu ajanın kas gevşetici, 31’inde indüksiyon ajanları, geriye kalanlarda kolloid solüsyonlar, protamin, kontrast madde, lokal anestezik ve neostigmin olduğu, 18’inde ise nedenin saptanamadığını belirtilmiştir. Aynı çalışmada anafilaktik reaksiyon gelişen hastaların büyük bir çoğunluğunun kronik atopi ya da asthma hastası olduklarına dikkat çekilmiştir.

Atopik kişilerde aynı ilaç tekrar tekrar kullanılmamalıdır. Uygulamalar arasındaki süre de önemli olup, ilk uygulamadan sonraki 2. haftada reaksiyon olasılığı en fazladır.

Ayrıca allerjik reaksiyonlar intramuskuler uygulamalardan çok, intravenöz enjeksiyonlardan sonra ortaya çıkar.

Daha önce bir ilaca karşı alerji olmayışı daha sonraki uygulamalarında da alerji gelişmeyeceği anlamına gelmez. Daha önce defalarca pentotal veya kas gevşetici verilen hastaların, daha sonraki ameliyatlarında alerji geliştirdikleri görülmüştür. Bir çalışmada 16 kez penisillin verilmiş bir hastada, 17. enjeksiyondan sonra şiddetli alerjik reaksiyon geliştiği bildirilmiştir (13). Dolayısıyla her zaman alerjik reaksiyonlara hazırlıklı olunmalıdır.

Akut ilaç allerjisi belirtileri ani gelişir ve ilacın verilmesini izleyen 30 dakika içinde maksimum noktaya ulaşır. Belirtiler başta histamin olmak üzere, mediatörler aracılığı ile gelişir.

Akut İlaç Alerjisi Belirtileri

Sıklık sırasına göre görülen belirtiler aşağıdaki gibidir. Sadece cilt değişiklikleri ile reaksiyon sonlanabileceği gibi, ilerleyip hayatı tehdit edebilecek noktaya da gelebilir.

  1. Cilt değişiklikleri (kızarıklık, döküntü ve ödem),
  2. Hipotansiyon ve sinüs taşikardisi,
  3. Bronkospazm ve arteriel hipoksemi,
  4. Hiperperistaltizm,
  5. Diğerleri (ventriküler aritmiler, atrio-ventriküler iletim bloğu, pıhtılaşma bozuklukları, lökopeni, vücut ısısında düşme).

Bu belirtiler içinde hayati tehlike açısından en önemlisi bronkospazmdır.

Soru: Yaşlılarda anestezi uygulamalarında risk daha yüksek midir?

Yaşlılarda anesteziye bağlı riskler biraz daha yüksektir.

Dünya sağlık teşkilatı (WHO)

  • 65 yaş ve üzeri = yaşlı,
  • 80 yaş ve üzeri = ileri yaşlı olarak tanımlamaktadır.

Yaşlanma, doğal, kaçınılmaz bir süreçtir. 65 yıldan daha fazla yaşayan tüm insanların geçireceği bir durumdur. İyileşen sağlık koşulları ile beklenilen yaşam süresi artmıştır. Birçok kişi 65 yaş üzerinde bir yaşta anestezi almakla karşı karşıya kalmaktadır.

Yaşlı Hastalar ve Anestezi

  • Hipertansiyon, diabetes mellitus, kalp yetmezliği gibi ek yandaş hastalıkların görülme sıklığı artmıştır.
  • Uyum ve diyalog zorluğu yaşarlar ve bu da strese tahammüllerini azaltır.
  • Vücuttaki elastik yapıların elastikiyeti azalmış, fibrotik yapılar oluşmuştur. Başta damar yolu açmak olmak üzere bazı işlemler daha zor yapılır.
  • Kemik yapıları kırılmaya daha eğimlidir.
  • Solunum ve kardiyovaskuler sistemlerde, kas ve ciltte yaşa bağlı doğal değişiklikler olur.
  • Oluşan fizyolojik değişiklikler ile organ fonksiyonlarında azalma olur. Bu azalma yaşlıları, anestezi yöntemlerine ve kullanılan ilaçlara karşı daha kırılgan hale getirir. Anestezi riski artar.

Yaşlı hastalarda anestezi sırasında sık görülen problemlerin önüne geçmek için; hastalar anestezi uygulaması öncesi, anestezi uygulayacak ekip tarafından çok iyi değerlendirilmelidir. Hastanın özelliklerine göre uygun anestezi yöntemi planlanmalıdır. Yaşlılarda, anestezi uygulaması yapılırken, kalp-damar sistemini ve kan basıncını daha az etkileyecek ilaç ve yöntemler tercih edilir. Ve genelde ilaçlar daha düşük dozlarda kullanılır. Anestezi uygulaması sırasında tansiyon, nabız, solunum, vücut ısısı gibi yaşam bulgularının çok yakından takip edilmesi gereklidir.

Soru: Hastaların ameliyatlardan önce bir süre aç kalmaları neden istenir?

Anestezi uygulamalarında karşılaşabileceğimiz en önemli problemlerden birisi mide içeriğinin akciğerlere aspirasyonudur. Mide içeriğinin akciğere kaçması anlamına gelen aspirasyon, önemli bir durumdur ve hayati önem taşır. Alınacak tedbirlerle bu önlenebilecek bir durumdur.

Ayrıca cerrahinin çeşidine bağlı olmakla birlikte bazı ameliyatlar ve anes­tezik ilaçlar da bulantı ve kusmaya sebebiyet verirler. Ameliyat işlemi ve anestezi sırasında kullanılan ilaçlar bağırsak hareketlerinde yavaşlama oluştururlar. Bu daha sonra problem oluşturabilen bir durumdur. Bağırsak hareketlerinin yavaşlaması da bulantı ve kusma oluşmasına yol açabilir.

Hastaların kusmasını önlemek ya da kusarlarsa da bu durumdan daha az zarar görmelerini sağlamak için ameliyat öncesinde aç kalmaları istenir.

Ameliyatlardan önce ne kadar süre aç kalınması gerekir?

Erişkinler

  • Ameliyattan 6-8 saat öncesinde yiyecek, şeker ve sütlü içecekler kısıtlanmalıdır.
  • Ameliyat gününde sakız çiğnenmesine de gıda alımı gibi izin verilmez.
  • Ameliyattan iki saat öncesine kadar hastalar sadece su içebilirler. Ama suyun miktarı abartılmamalıdır.

Çocuklar

  • Ameliyat öncesi dönemde 6-8 saat öncesinde, yiyecek ve tatlılar kısıtlanır.
  • 2-4-6 kuralı, çocukların açlık suresi takibinde yararlı bir kılavuzdur.
    • Ameliyattan 2 saat öncesine kadar berrak sıvı su içebilirler.
    • Anne sütü 4 saat önceden kısıtlanmalıdır.
    • Formül mama / inek sütü ameliyattan 6-8 saat önce kısıtlanır.

Aç kalma sürelerine dikkat edilmelidir. Ameliyat öncesi unutarak bir şeyler yenilmişse anestezi ekibine bu kesinlikle söylenilmelidir. Gizlemek telafisi zor sorunlar ortaya çıkarabilir.

Bazı özel durumlarda açlık süreleri daha da uzatılmalıdır. Bu durumlar:

  • Hiatus hernisi
  • Gastroparezi ve diyabet
  • Obezite
  • Hamilelik
  • Üst gastrointestinal kanama
  • Gastrik çıkış veya ince bağırsak obstrüksiyonu

Uzun süren açlık surelerinin farklı problemlere yol açabileceği UNUTULMAMALIDIR!

  • Özellikle yaşlılar, çocuk ve bebeklerde gerekenden daha fazla süre gıda kısıtlaması, dehidratasyona, hipoglisemiye sebep olabilir.
  • Siyanotik kalp hastalığı, orak hücre anemi hastaları veya polisitemi hastalarında ortaya çıkacak dehidratasyon sonrası kan hücreleri tromboze olup çökebilir. Bu hastalar hastaneye daha erken yatırılırlar. Ve açlık süreleri içerisinde bu hastalara damardan serum verilir.

Soru: Sigara içen hastalarda anestezi uygulamalarının birtakım zor­lukları var mıdır?

Erişkin nüfusun önemli bir kısmı sigara içmektedir. Ve her geçen gün sigaraya başlama yaşı daha küçük yaşlara doğru ilerlemektedir. Sigara kullanımı, kalp hastalıklarından akciğer kanserine kadar birçok ciddi hastalığa yol açar. İçilen sigaranın miktarı arttıkça bu riskler daha artar.

Aktif ve pasif sigara içiciliği, ameliyat sonrası komplikasyonlar için risk faktörü iken, aynı zamanda ameliyat sırasındaki kardiyak riskleri de arttırır.

Sigara kullanımı ile;

  • Mukosilier aktivitede bozulma,
  • Sekresyonlarda artış,
  • Karboksi hemoglobin seviyesinde artış,
  • Doku oksijenasyonunda bozulma,
  • Kronik öksürük meydana gelir.

Sigara tüketimi arttıkça risk artar. Tüketim > 40 paket/yıl olması, solunum fonksiyonlarını üst düzeyde bozar.

Paket/yıl sigara hesabı yapılışı:

  • Hastaya kaç yıldır, günde kaç paket sigara içtiği sorulur.
  • Sigara içtiği yıl ile, günde içtiği paket sayısı çarpılır.

Örnek hesaplama:

Hasta 10 yıldır sigara içmektedir. İlk 6 yıl günde 1 paket tüketmiş. Son 4 yılda ise günde yarım paket sigara tüketimi olmuş. Buna göre sigara tüketimi kaç paket / yıldır?

Cevap: (6×1) + (4×0,5) = 6+2 = 8 paket/yıl sigara tüketimi mevcuttur.

Sigara ve Anestezi

Sigara içenlerde anestezi uygulaması gerektiğinde kişide oluşturduğu etkiler büyük önem kazanmaktadır. Tütünün yanması ile, gaz veya partikül halinde, yaklaşık 4000 madde açığa çıkmaktadır.

Bu maddeler başta kalp-damar sistemi olmak üzere birçok organ sistemini etkiler. Bu etkilerle sigara içenlerde ameliyat öncesinde, sırasında ve sonrasında riskler artmaktadır.

Tam 75 yıl önce yapılan bir çalışmada, abdominal ameliyatlardan sonra, ameliyat sonrası beklenmedik olayların günde 10 veya daha fazla sigara içenlerde, içmeyenlerin 6 misli olduğu gösterilmiştir.

Belli bir süredir sigara kullanan bir hastada ameliyattan önce kesilmesi fayda sağlar mı?

Sigara, her tüketildiğinde, yukarıda sıralanan zararları daha da artar. Hava yollarında meydana gelmiş değişikliklerin bir kısmı, sigaranın bırakılmasından sonra, tam iyileşme sağlanmasa da geri dönebilmektedir. Tüketilmediği her süre, hastanın lehinedir. Sigara içen birisinin en ideali sigarayı tam bırakmasıdır. Ama şu unutulmamalıdır ki; ameliyat öncesi en azından bir dönem bırakması şarttır. Bu süreye göre solunum fonksiyonlarında düzelme aşağıdaki gibidir.

Sigarayı bıraktıktan;

  • 12-24 saat sonra: Karbonmonoksit (CO) ve nikotin düzeyleri azalmaya başlar.
  • 48-72 saat sonra: Karboksi hemoglobin (COHb) düzeyi ve silier aktivite normal hale gelir.
  • 1-2 hafta sonra: Sigara kullanımına bağlı artmış olan balgam üretimi azalmaya başlar.
  • 4-6 hafta sonra: Solunum fonksiyon testleri normalleşir.
  • 6-8 hafta sonra: İmmun fonksiyonlar normale döner.

Soru: Ameliyat sonrası boğaz ağrısı neden olur?

Genel anestezi alan hastalara ameliyat sırasında solunum yolu açıklığını sağlamak için endotrakeal tüp yerleştirilir. Endotrakeal tüp yerleştirilmesi ağızdan nazofarenkse kadar uzanan bölgedeki dokularda hasara neden olabilir. Hastalar solunum güçlüğü, öksürük, boğaz ağrısı ve ses kısıklığı gibi sorunlar yaşayabilirler.

Özellikle ekstübasyonu takip eden 3 gün içerisinde görülür. Entübasyon işlemi sırasında, nazik davranmamak, ağız içi aspirasyonun aşırı yapılması, ameliyat sırasında şişirilen tüp balonunun trakeaya yaptığı bası bu ağrının ana sebepleridir. Bazen tabloya ses kısıklığı da eklenir. Bu rahatsızlıklar birkaç saat ile birkaç gün sürebilir. Herhangi bir tedaviye gerek kalmadan kendiliğinden geçer.

Bauer ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada, hastaların %32,3’ünün boğaz ağrısı, %33,3’ünün ses kısıklığı sorunu olduğu saptanmıştır.

Ilık içecekler kullanarak boğazın nemli tutulması ve bol sıvı almak ağrı ve ses kısıklığının daha erken düzelmesini sağlar. Lokal ağrı kesicili sprey ve boğaz pastilleri kullanılabilir ya da karbonatlı tuzlu su ile boğaz gargaraları yapılabilir.

Soru: Hastalar anesteziden uyanırken nasıl uyanırlar? Sırlarını, kendileriyle ilgili özel bilgileri deşifre ettikleri doğru mudur?

Çok kısa bir cevap vermek gerekirse, hastalar nasıl uyurlar ise, öyle de uyanırlar. Hasta doktoruna güvenirse, anestezinin başlangıç aşamasında huzurluysa, ruh sağlığı iyiyse, huzurlu da uyanır. Çok korkan, psikotik durumu bozuk, psikolojisi normal olmayan kişiler, kronik alkol alanlar, bazı ilaçları kullanan psikiyatrik vakalar uyanırken çok ajite olabilirler. Bağırıp çağırarak, ağlayarak uyanabilirler. Bu kişilerin bazen bilinçaltındakileri ifade ettikleri görülür. 

Anestezi uygulamaları sırasında kullanılan ilaçlar, santral sinir sistemini baskılayarak beyin fonksiyonlarını baskılar. Bu ilaçların verildiği sırada henüz tam anestezi derinliği oluşmadan önce ara dönemde ya da anestezinin etkisinden çıkış sırasında bilinçaltındaki bilgi ya da duyguların dışa atılması söz konusu olabilir.

Bu durumu tedavi amacıyla kullanılmaktadır. Narkoanaliz, narkoterapi, amital görüşmesi, ilaç yardımlı görüşme, ilaçlı hipnoz, narkohipnoz gibi terimlerle anılan ikinci dünya savaşı sırasında görülen savaş nevrozlarında yaygın olarak kullanılan bir tedavi biçimidir. Yöntem, genellikle kısa sürede etki gösteren barbituratlarla yavaş intravenöz enjeksiyon tekniğidir. Benzodiazepinler de kullanılabilir. Enjeksiyon yavaş ve subhipnotik dozlarda uygulanmalıdır. Kişi tam bir gevşeme durumuna girer, rahatlık ve huzur duygusuyla birlikte düşüncelerini dile getirme arzusu ve ifade kolaylığı hisseder. Bastırılmış anıları, duyguları ve çatışmaları dile getirebilir. Yakın zamanda önemli ve şiddetli bir travma geçirmiş hastalarda, özellikle histerik semptomların giderilmesinde bu teknik kullanılır. Bu yöntem, bazı ülkelerde sorgulamalar sırasında da kullanılmıştır.

Soru: Anesteziden korkmalı mıyız? Genel Anestezinin riskleri nelerdir? 

Anestezide hiçbir risk yoktur demek yanlıştır. Tabii ki belli bir risk vardır. Bu risk bazı durumlarda artar. Anestezi, yaşamla ölüm arasındaki ince bir çizgidir. Eğitim almış, hastasına özenli yaklaşan bir anestezi doktoru hastanın kendini emniyette hissetmesini sağlar. Başarılı bir şoför ya da pilot gibi. Bu anlamda ameliyata girecek herkesin cerrahını tanımasının yanı sıra anestezi doktorunu da görmesi, tanıması büyük önem arz eder. Ameliyatı programlı hastaların bir gün önce anestezi doktoru tarafından da muayene edilmesi, hem bu tanışma imkanını sağlar, hem de risklerin değerlendirilmesi sağlanmış olur. Özellikle kaygı merkezli olan hastaların anesteziden korkması belki doğaldır. Ama anestezi ekibi ile hastanın önceden tanışması, bu kaygıları azaltır. Eğer hasta kaygı ile ameliyata girerse, bu korkular, stres hormonları adrenalinin ve kortizolün salgılanmasını artırır. Bu iki hormonun etkisiyle kalbin kasılma gücü, mide salgısı, nabız hızı, beden ısısı, solunum hızı artar. Bu korkuların giderilmesi bazı istenmeyen olayların önlenmesinde etkili olur.

Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı Anestezistler Birliği acil olmayan ameliyatlarda anesteziden kaynaklı ölüm riskini 100 000’de 1 olarak belirtmektedirler. Rahatlıkla günümüzde uygulanan modern anestezi oldukça güvenlidir, diyebiliriz. Anesteziden kaynaklanan ölümler geriye dönük incelendiğinde, cerrahi işlem haricinde bulunan ek hastalıkların çeşidine ve hastalık şiddetine göre mortalite ve morbidite oranının arttığı görülmüştür.

Anestezi sırasında mortalite ya da morbidite insidansını artıran başlıca durumlar:

  • Yaş > 70
  • Erkek
  • Anemi
  • Sigara hikayesi
  • Yakın zamanda geçirilmiş travma hikayesi
  • Şişmanlık
  • Tekrarlanan cerrahi girişim
  • Kardiyak, renal, hepatik, respiratuar, endokrin sorunlar
  • Dekubitus ülserlerin varlığı
  • Sık sık enfeksiyon hastalıkları geçirmedir.

Bu riskleri objektif belirtebilmek amacıyla risk değerlendirmesine ihtiyaç duyulmuştur.

Anestezi riskinin değerlendirilmesinde kullanılan birçok değerlendirmeler kullanılmaktadır. Ama bunlardan en yaygın kullanılanı Amerikan Anesteziyoloji Derneği [American Society of Anesthesiologists (ASA)]’nin 1961 yılında tanımladığı gruplamadır.

ASA değeri arttıkça anestezi riski ve operasyon sırasında ölüm oranları artar. ASA I için operatif olum oranı %0.06’dan iken, bu oran ASA V’te %50,7’ye ulaştığı belirtilmektedir.

Soru: Anestezi altında rüya görür müyüz? Anestezi alınca derin bir uyku mu uyuyoruz, yoksa bize başka bir şey mi oluyor? 

Genel anesteziyi birebir “normal uyku gibi uyumak” şeklinde tanımlamak çok doğru olmaz. Genel anestezide beyin fonksiyonları durur. Anestezi bildiğimiz uyku gibi bir süreç olmadığı için anestezi sırasında rüya görülmez. Fakat anestezinin hafifletildiği uyanma sırasında bazı hastalar, rüya gördüklerini ifade ederler. Bu süreç tüm anestezi boyu değil, çok kısa bir süredir. 

Her insan uyku sırasında beş döngüsel evre yaşar. Bu evrelerden beşincisi REM evresidir. REM, ingilizce “Rapid Eye Movements” kelimelerinin baş harfleridir. Bu kelimelerin türkçe karşılığı “hızlı göz hareketleri”dir. Toplam beş evrelik bu döngü ortalama 90-110 dakika sürer. Gece boyu bu döngü tekrarlanır. Bir gece uykusunda ilk döngülerde REM dönemi kısa, diğer evreler uzundur. Sabaha karşı olan döngülerde ise diğer evreler kısalırken, REM dönemi gittikçe uzar. REM dönemi, rüya gördüğümüz evredir. REM döneminde, yani hızlı göz hareketleri döneminde adından da anlaşılacağı gibi, beyin aktif haldedir. Uyku elektroensefalografilerinde REM dönemindeki beyin dalgalarının, uyanık olduğumuz zamana benzer özellikler taşıdığı görülmüştür. 

Rüya döneminde beyin dalgaları aktif iken tam tersi derin anestezi sırasında beyin fonksiyonları durmuştur. Bispektral İndeks (BIS) dediğimiz anestezi derinliğini izlediğimiz cihazlar, bu beyin dalgalarının oluşup oluşmamasına göre anestezi derinliğini belirlerler. Hasta uyandıkça, beyin dalgaları belirginleşir.

Soru: Anestezi uzmanları sadece ameliyat sırasında mı çalışır? Ameliyat sırasında hastayı uyutup, başından ayrılırlar mı? 

Toplumda bilinenlerin aksine Anestezi uzmanları ameliyathane içinde ve dışında birçok alanda görev alırlar. Ameliyathanelerde ameliyat olacak hastalara anestezi uygulamak sadece işlerinden birisidir. 

Anestezi gerçekleştiren kişiler için hep anestezi uzmanını denilse de aslında anestezi uzmanının tam olarak unvanı; Anestezi ve Reanimasyon Uzmanıdır.

Hastaların rahatsız olması ya da ağrı duymaları ve cerrahların daha rahat çalışması gereken durumlarda ameliyathane dışında da hastalara anestezi uygulanır. Özellikle;

  • Endoskopi salonlarında,
  • Manyetik Rezonans ve Bilgisayarlı Tomografi görüntüleme merkezlerinde,
  • Tüp bebek tedavi merkezlerinde,
  • Doğumhanelerde uygulanacak tanı ya da tedavi amaçlı küçük müdahalelerde,
  • Kanser hastalarının radyoterapileri sırasında,
  • Başta kanser hastaları olmak üzere hastaların ağrı ile mücadelelerinde,
  • Yoğun Bakım Ünitelerinde hep anestezi uzmanları görev alırlar. 

Ülkemizdeki özellikle erişkin yoğunbakım üniteleri başta olmak üzere bir çok yoğun bakım ünitesi Anestezi uzmanlarının kontrolündedir. 

Anestezi uygulamalarında görev alan Anestezi Uzmanlarının tek görevi hastaları uyutup uyandırmak mıdır? 

  1. Bir anestezi uzmanı ameliyat listelerini inceler ve vakaları tek tek ele alır. 
  2. Günlük ameliyathane çalışma listesini düzenler. 
  3. Ameliyat olmasına karar verilen kişilerin anestezi öncesi muayenelerini yaparak, o kişinin anestezisini planlar, öncesinden yapılması gereken tedavi ya da tedbirler varsa gerekenleri yapar. 
  4. Ameliyatı gerçekleştirecek cerrah ile irtibat kurarak, hasta ile ilgili bilgileri aktarır, alınması gereken tedbirleri paylaşır. 
  5. Ameliyat esnasında hastaya önceden karar verilen anestezi planına uygun olarak anestezisini uygular. 
  6. Ameliyat sırasında hastanın yaşam bulgularının (tansiyon-nabız-solunum-vücut ısısı-ağrı) normal olup olmadığının ölçülmesini ve hastanın kontrolünü sağlar. 
  7. Uygulanan anestezi ile ilgili detayların anestezi notlarına yazılmasını sağlar, bu konularda anestezi teknikerleri ile birlikte çalışır. Ama kontrol ve sorumluluk tamamen anestezi uzmanlarına aittir.
  8. Ameliyat bittikten sonra, hasta tamamen normal hale gelene kadar yaşam bulgularının takibine devam eder. 
  9. Anestezi araç ve gereçlerinin bakım ve temizliğini organize ve kontrol eder. 

Hiçbir zaman hastayı uyutmak ve sonra da bitince haber edin uyandırayım şeklinde bir anestezi uygulaması yoktur. Her an takip ve devamlılık esastır. 

Soru: Epidural ve spinal anestezi sonrası kalıcı bel ve sırt ağrısı olur mu?

Spinal anestezi, lokal anestezik ilaçların subaraknoid (omuriliğin olduğu aralık) alana enjeksiyonu ile spinal sinir ve dorsal kök gangliyonlarının blokajı sonucu oluşan anestezi türüdür. Epidural anestezi ise, lokal anestezik ilacın dura dediğimiz aralık delinmeden önce omuriliği koruyan kılıfın dışına enjekte edilmesidir. Son yıllarda kullanımları oldukça artmıştır. Özellikle üroloji, kadın hastalıkları ve doğum, alt karın bölgesi, kasık fıtığı ve ayak-bacak ameliyatlarında kullanımları yaygındır.

Belden yapılan epidural ve spinal anestezi bazı hastalarda belde ağrılara sebep olabilmektedir. Bu ağrılar 1-2 hafta sonra çoğu kez kendiliğinden geçer. Bazen de basit ağrı kesiciler ( non steroidal ağrı kesiciler) kullanmak gerekebilir. Korkulacak bir durum söz konusu değildir. Çoğu kez tam bir iyileşme görülürken, uzun süre ağrısı devam eden vakalar bildirilmiştir.

Özellikle spinal anestezi uygulanırken, iğnenin ilerletilmesi sırasında hasta elektrik çarpması gibi ani gelen şiddetli bir ağrı tarifliyorsa, bu hastalarda bel ağrısı biraz daha uzun sürebilir. Bu durumda daha güçlü ilaçlar kullanılması gerekebilir. Spinal anestezi sonucu gelişen ve devam eden uzun süreli bir bel ağrısı tarifleniyorsa literatürde, bu tür ağrılı hastalarda pregabalin veya gabapentinin , tramadol ve amitriptilin ile beraber kombine olarak kullanılması tavsiye edilmektedir.

Soru: Bazı hastalar tarafından ameliyat sonrasında çok ağrı hissedildiği söylenir? Bunun önüne geçilemez mi?

Anesteziden sonra, anestezinin etkisi geçtikçe ameliyatta yapılan müdahalelere bağlı olarak ağrı ve rahatsızlık hissi oluşmaya başlayabilir. Ağrı, kalp hızı ve kan basıncı artışına bunun yanında yorgunluk hissine neden olabilir. Anesteziden derlenme sırasında ağrı hissedilmemesi için anestezi ekibi tarafından ek ilaçlar yapılıp ağrı azaltılır. Geçirilen ameliyat türüne ve ameliyatın yaratacağı ağrı şiddetine göre bazen ilacın yanında bölgesel anestezi yöntemlerinden de istifade edilebilir.

Ameliyat sonrası ağrının psikolojik yönü de önemlidir. Tüm major cerrahi girişimlerde başlangıçta hastalarda ölüm korkusu olur. Anksiyete ve kaygı hali ameliyat sonrası oluşacak ağrı hissiyatını artırabilir. Ameliyat öncesi yapılan ayrıntılı bilgilendirme ve premedikasyon ile kaygı ve anksiyetelerin giderilmesinin hastaların ameliyat sonrası ağrı şikayetlerini azalttığı gösterilmiştir. Ailesel veya kültürel olarak ağrı eşiği, kişisel psikolojik faktörler ağrının şiddeti ile direkt ilgilidir.

Ameliyat sonrası ağrı ile mücadele anestezinin bir parçasıdır. Yapılan uygun planlama ve tedavilerle ağrının önüne geçilebilmektedir. Böylece hastaların ameliyat sonrası konforu sağlanmaktadır. Aynı zamanda ameliyat sonrası ağrı, hastalarda farklı problemlere de yol açar: 

  • Solunum fonksiyonları etkilenir, hipoksi gelişebilir.
  • Sempatik sistem aktivasyonu ile taşikardi ve hipertansiyon gelişebilir.
  • Artmış kardiyak yük ve miyokardın oksijen ihtiyacının artması sonucu kalp krizi oluşma riski artar.
  • Stres hormonlarının artması ile kan şekeri düzeyi yükselebilir.
  • Ağrı nedeniyle hareketsizliğe bağlı olarak tromboemboli olayları oluşma riski artar.
  • Gastrointestinal sistem aktivasyonu azalır, bağırsak hareketleri azalabilir.
  • Ameliyat sonrası üriner retansiyon oluşabilir.
  • Enfeksiyon oluşumu riski artar.
  • Ağrı, uyku bozukluğuna sebep olabilir.

Hastaların ve ameliyatın özelliklerine göre farklı ağrı kesme yöntemleri uygulanmaktadır. Ağrı kontrol cihazları kullanılabilir, kas içine ve damar içine ilaç uygulamaları yapılabilir ya da ağızdan tablet şeklinde ağrı kesiciler kullanılabilir.

Soru: Anestezide kullanılan gazlar çevreye zarar verir mi? 

Ameliyatlarda kullanılan anestezi gazları, iklimi bozan etkenler arasında bulunmaktadır. Uzmanlar, anestezik gazların sera gazı üreterek küresel ısınmaya yol açan gazlar arasında olduğunu ifade etmektedirler.

Enerji elde etmek için kullanılan fosil yakıtlar, doğalgaz, çeşitli endüstriyel işlemler sonucu ortaya çıkan yüksek miktardaki karbondioksit ve florürlü gazların salınımı, atmosferin ısısının artmasına neden olarak ekolojik dengeyi bozmaktadır. Çevre dengesinin bozulması ile iklimler değişmekte, seller, kuraklıklar ve tayfunlar oluşabilmektedir.

Fakat son yıllarda üretilen yeni anestezik gazlar bu yönden daha masumdur. Ayrıca, ameliyathanelerde kullanılan yeni model anestezi cihazları ile bu gazların kullanımı dolayısıyla atmosfere verilen atık gaz miktarı azalmıştır.

Soru: Hangi hastalar yoğun bakımda takip edilir?

Yoğun Bakım bir ya da birden fazla organ yetmezliği olan hastaların tedavi ve takiplerinin yapıldığı ünitelerdir. İleri teknolojik özelliklere sahip cihazlarla donatılmıştır. 7/24 hastaların tüm parametreleri yakından takip edilir. Yaşamı riske girmiş ani müdahale gerekebilen hastalara teknolojik olanaklardan yararlanılarak üst düzeyde müdahaleler uygulanır. Yoğun Bakımlarda reanimasyon uzmanı hekimler, deneyimli hemşire ve personeller çalışır.

Yoğun bakımlarda aşağıdaki hasta grupları takip edilir:

  • Kalbi, solunumu durmuş hastalar,
  • Kafa beyin travmaları,
  • Omurilik travmaları,
  • Genel beden travmaları,
  • Her türlü şoktaki hastalar,
  • Akut solunum yetersizlikleri (Akciğer travması, akciğer ödemi),
  • Böbrekleri zarar görmüş hemodiyafiltrasyon ihtiyacı olan hastalar,
  • Kronik solunum yetersizlikleri (KOAH),
  • Ağır metabolik bozukluklar ve Asit- Baz dengesizlikleri,
  • Sinir sistemi hastalıkları ( Beyin kanaması vb),
  • Kas hastalıkları ( Myasteni, ALS vb),
  • Politravmalar,
  • Tetanoz,
  • Yanıklar,
  • Sıvı elektrolit bozuklukları,
  • Her türlü zehirlenmeler,
  • Büyük ve uzun süren özellikli ameliyatların sonrası,
  • Gebelik zehirlenmeleri,
  • Aktif kanaması olan hastalar,
  • Suicid ( intihar ) girişiminde bulunmuş olan hastalar,
  • Reanimasyondan sonraki durumlar,
  • Gerekli görülen diğer genel durumu kritik ve yakın takip gerektiren hastalar.

Soru: Halk arasında “kalp-akciğer canlandırması” olarak bilinen “kardiyopulmoner resüsitasyon” ya da kısaca “CPR” nedir?

Kardiyopulmoner resüsitasyon, kalp ve solunum sisteminin yeteri kadar perfüzyonunun sağlanmadığı durumlarda, kalbin durması sonucunda kalbi yeniden çalışır hâle getirmek için uygulanan yöntemler bütünüdür. Kardiopulmer resüsitasyon (KPR) iki şekilde olup temel yaşam desteği ve ileri yaşam desteği olarak adlandırılmaktadır. Temel yaşam desteği herhangi bir cihaz kullanılmadan hastaya yapılan müdahaleleri kapsamaktadır. Hastanın ilk müdahalesi yapıldıktan sonra hastanın hastaneye transferi yapılır. İleri yaşam desteği ise hastanede sağlık profesyonelleri tarafından teknolojik cihazların kullanılması ile yapılan tüm müdahaleleri kapsamaktadır.

Kalp masajı 1960’lı yıllarda tarif edilmiştir. Kritik hastalarda ya da travma hastalarında sıklıkla uygulanmaktadır. KPR ile ölüm ile yüz yüze gelmiş birçok hasta yeniden hayata tutturulmaktadır.

Kalbin ve solunum işinin durmasına kardiyopulmoner arrest denir.

Kalp durması habercisi durumlar

Hastanede meydana gelen kardiyopulmoner arrestlerin büyük bir çoğunluğu birden bire meydana gelmez. Riskli hastaların yakından takibi ile bu durumun önüne geçilebilir.

  • Hava yolu açıklığının tam sağlanamadığı hastalar,
  • Solunum sayısı 5 /dk altında ya da 33/dk üstünde olan hastalar,
  • Kalp hızı 40 atım/dk altında ya da 140 atım/dk üzerinde olan hastalar,
  • Sistolik kan basıncı 90 mmHg’nin altında olan hastalar,
  • Bilinç düzeyinde aniden bozulma olan hastalar,
  • Tekrarlayan ya da uzun süren epileptik nöbeti olan hastalar,
  • Genel durumu şüphe uyandıran hastalar, kardiyopulmoner arrest için risk grubu olan hastalar.

Bu tarz hastalar takip edildiğinde, kardiyopulmoner arrest için aday oldukları bilinmeli ve hazırlıklı olunulmalıdır.

Soru: Kardiopulmoner resüsitasyon nasıl yapılır?

Kardiyopulmoner resüsitasyon, kalp akciğeri yeniden canlandırma anlamına gelmektedir. Kalp ve akciğeri yeninden canlandırma işleminin temel fonksiyonları herkes tarafından bilinmelidir. Bu konuda herkese bilgi sağlayabilmek adına TARD (Türkiye Anesteziyoloji ve Reanimasyon Derneği) tarafından “Hayata El Ver” kampanyası düzenlenmiştir. Bu kampanya ile toplumun bilinçlenmesi ve ilk yardım müdahalelerinin herkes tarafından yapılabilir hale gelmesi amaçlanmıştır.

Kardiyopulmoner resüstiasyon dediğimiz kalp-akciğer canlandırma işlemi temel yaşam desteği ve ileri yaşam desteği olarak ikiye ayrılır. Temel yaşam desteğinde olması gereken acil müdahale gerektirecek durumlarda halkın temel desteği sağlayabilmesi ve hastanın hastaneye transferinin yapılabilmesini kapsamaktadır. Etkin ve hızlı yapılan müdahale ile hastanın yaşama şansının arttığı bilinmektedir.

Kısaca “Hayata El Ver” kampanyasında anlatılan süreç nedir?

  1. Arayınız
  • Kazazedeye yaklaşmanın güvenli olduğundan emin olunuz.
  • Kazazedenenin başını geriye itiniz, çenesini yukarıya kaldırınız ve soluyup solumadığını kontrol ediniz,
  • Solunum yok veya normal değilse kalp masajı gereklidir,
  • 112’yi arayınız ve onların komutlarına uygun hareket ediniz,
  • Yardım etmek için orada bulunan diğer kişilerden 112’ yi aralamalarını ve mümkünse bir OED (otomatik şok cihazı) getirmelerini isteyiniz.
  1. Kalp Masajı Yapınız
  • İki elinizi göğsün ortasına yerleştiriniz
  • Stayin’Alive’müziği ritimine uygun olarak kalp masajı yapınız,
  • Eğer solunum vermeyi öğrendiyseniz her 30 kompresyondan sonra iki kurtarıcı soluk veriniz, bilmiyorsanız sürekli kalp masajı yapınız,
  • Kalp masajını kuvvetli yapınız. Korkmayın zarar vermezsiniz.
  1. Şok Uygulayın
  • OED (Şok cihazı) getirildiğinde hızla cihazı çalıştırıp onun komutlarına uygun hareket ediniz.
  1. Gülümseyin
  • Ambulans geldiğinde, onların sizin durmanızı isteyene kadar devam ediniz,
  • Gülümseyin! Sizin elleriniz bir kalbin yeniden çalışmasını ve bir hayatın kurtarılmasını başarabilir,
  • Bir şey yapmak HERZAMAN hiçbir şey yapmaktan daha iyidir
  • Tebrikler!

Soru: Kalbe neden elektro şok uygulanır?

Özel üretilmiş bir elektrik cihazının kalbe doğrudan akım vererek kalpte var olan düzensiz titreşimleri düzenli hale getirmesi işlemidir. Kalbin sinüs ritmi dediğimiz normal ritmine dönmesine olanak sağlayan bu işleme defibrilasyon denir. Bu işlemi gerçekleştirmemizi sağlayan cihaza defibrilatör kısaca elktro şok cihazı denilmektedir.

Fibrilasyon düzensiz bir kalp ritmidir. Fibrilasyon eğer kalbin atrium odacığını etkiliyorsa, kalbin düzeni bozulacaktır. Fibrilasyon, kalbin ventrikül odacığını etkiliyorsa, kalp kanı pompalamak yerine titreşim halinde olacaktır. Bu durumda kan vücuda dağılmayacaktır ve müdahale edilmediği takdirde sonuçları ölümcül olacaktır. Bu durumu düzeltmek adına 5-10 dakika içinde defibrilatör aleti ile kalbe elektroşok verilerek fibrilasyon düzeltilmeye çalışılır.

Bunun yanında diğer öldürücü ritimlerde elektif şartlarda da tedavi amaçlı defibrilatör cihazı kullanılabilir. Profesyonel Sağlık ekipleri tarafından hasta için gerekli olan walt miktarı belirlenerek tedavi amaçlı hastaya uygulanır. 

Manuel Defibrilatör

Hasta için istenilen watt gücünün ayarlanılarak defibrilatör elektrotlarının uygun yerlere konulması sonucu elektro şokun hastaya verilmesidir.

Otomatik Eksternal Defibrilatörler

İşitsel ve görsel olarak müdahale edecek kişiyi yönlendiren defibrilatör cihazlarıdır. Ped tipi elektrotlar uygun yerlere yapıştırılır. Cihaz tarafından ritim algılanır. Ardından elektro şok gerektirecek bir ritim varsa cihaz otomatik kalbe elekro şok uygular. Bu cihazlar portatif cihazlardır. Hastaların kalp atımlarını değerlendirdiği ve şok verilmesinin uygun olup olmadığını algıladığı gibi; işitsel veya görsel talimatlarla kullanıcıları da yönlendirir. Toplu yaşa merkezlerinde, özellikle havaalanlarında, uçaklarda, trenlerde, gemilerde, alışveriş merkezlerinde, spor alanlarında, bakım merkezlerinde, eğlence merkezlerinde vb. gibi alanlarda bu cihazların bulundurulması önerilmektedir.

Avrupa Resüsitasyon Konseyinin 2010 Resüsitasyon Rehberinde kalbi durmuş veya acil müdahale gereken hastalarda uygulanması gereken müdahale sıralaması C-A-B iken son güncellenen 2015 Avrupa Resüsitasyon Konseyinin Resüsitasyon Rehberinde D’ de eklenerek kılavuz D-C-A-B olarak değiştirilmiştir. Defibrilatör (Elektro şok), Cardiyo ( Dolaşım), Airway (Hava yolu açıklığı), Breathing ( Soluk verme) olarak tanımlanmaktadır.

Acil müdahale gerektiren durumlarda zaman çok önemli olması nedeni ile hastanın kalp ritmini değerlendirebilmek adına defibrilatör cihazını kullanmak oldukça önem arz eder. Bu cihazların belli bölgelerde bulundurulması ve hastane dışında acil müdahalelerde kullanılması hayat kurtarıcı olarak tanımlanabilir.

Soru: Sedasyon nedir? Sedasyona bağlı komplikasyonlar nelerdir?

Sedasyon nedir?

Hastanın tüm reflekslerinin korunarak, uykunun derinliğinin kontrollü olarak ayarlanmasıdır. Hastanın, koruyucu refleks ve spontan solunumu korunarak dış uyaranlara karşı cevabının kontrollü olarak azaltılması da denilebilir.

Sedasyon tanı ve/veya tedavi amacıyla uygulanabilir. Hastaların yapılacak işlem öncesi hareketsiz kalması, algısı kaybolmadan uyuması, anksiyetesinin önlenmesi ve ağrı duymaması için kullanılır.

Sedasyona bağlı komplikasyonlar:

Solunum Depresyonu: Sedasyonun en korkutucu komplikasyonu solunumu deprese etmesidir. Dolayısı ile hastalar sedasyon uygulandıktan sonra monitörize bir şekilde izlenmelidir. Anksiyete, huzursuluk, dispne (nefes açlığı) önemli belirti bulgular arasındadır. Solunum sayısı, kalp ritmi ve kan basıncında değişiklik olması da monitörde takip edilebilecek önemli belirti bulgulardır.

Bulantı Kusma: Sedasyonun görülebilecek yan etkilerinde olup hastaları rahatsız eden bir durumdur. Bulantı kusma gözlenmesi halinde ilacın dozu azaltılabilir. Yine bulantıyı engellemek amaçlı antiemetik dediğimiz tedaviler hastaya uygulanabilir.

Konstipasyon: Kabızlık ya da tam bir bağırsak obstrüksüyonu gibi ciddi sonuçlar meydana gelebilir. Koruyucu tedavi, egzersizler vazgeçilmez unsurlar arasında sayılabilir.

Somatit: Sedasyon tedavisinin yan etkilerinden bir tanesi de oral mukozasının kurumasıdır. Oral mukozasının kuruması sonucunda ağızda yaralar gözlenmektedir. Bu durumu engellemek için hastalara uygun ağız bakımı sağlanmalıdır.

Yaralanmalar: Hastaların tedavi sırasında özellikle ağrıya bağlı öfke, depresyon, uyku düzensizlikleri gözlenmektedir. Hastaların korunması için hastalara yer, zaman oryantasyonu sağlanmalı, mobilizasyon durumlarında yardım edilmeli, mevcut durumunun uygulanan sedasyondan kaynaklı olduğu hakkında bilgilendirme yapılmalıdır.

Diğer reaksiyonlar: Bazı ajanların karaciğerde metabolize edilmesine bağlı olarak karaciğer yetmezliği olan hastalarda toksik etkiler meydana gelebilir. Bu durumu engellemek için hastanın tüm değerleri önden değerlendirilmeli ve hasta yakından izlenmelidir.