15 Temmuz 2025 Salı

Erken Seçim Gerçekten Bir Çözüm mü?

Siyasi Gerilim, Hukuki Engeller ve Muhalefetin Ortak Payda Arayışı

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, geçtiğimiz cumartesi yaptığı açıklamada erken seçim çağrısını yineledi. Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar, Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek ve Adıyaman Belediye Başkanı Abdurrahman Tutdere’nin gözaltına alınmasının ardından konuşan Özel, 2 Kasım’ı işaret ederek şu ifadeleri kullandı:

“Sandığı ortadan kaldırmaya kalkma, efendi gibi sandıkla gideceksin. 2 Kasım ortada… 2 Kasım’a sen bir sandık koymazsan, kasıma ben bir sandık koyarım. Seni yüzde 29’la orada oturtmayacağız. Hiç rahat etme, aparatlarına güvenme.”

Bu çıkışa Cumhurbaşkanı Erdoğan, partisinin grup toplantısında verdiği yanıtla net bir tavır ortaya koydu:

“Anayasa ve seçim kanunu değişmediğine göre cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimleri 2028’de, mahalli idareler seçimleri 2029’da yapılacaktır. Takvimde parmağını rastgele bir pazar gününe bastırıp ‘Şu tarihte seçim yapılsın’ demek hayaliniz olabilir ama siyasetin ve milletin böyle bir gündemi yok.”

Peki, gerçekten öyle mi? Erken seçim çağrıları siyaseten gerçekçi mi? Daha önemlisi, mevcut seçim sistemi içinde erken bir sandık, mevcut problemleri çözmeye yeter mi?

“Seçim Piyasası” ve Mevzuat Engelleri

Bugün muhalefetin önünde duran temel engellerden biri, seçim yasasının güncel haliyle adaletsiz bir zemine dönüşmüş olmasıdır. Bu yasa ile seçime gitmek, yalnızca teknik değil, aynı zamanda siyasal açıdan da ciddi bir dezavantaj yaratmaktadır. Altılı Masa deneyimiyle kurulan strateji, sistemin doğasına nüfuz edememiş; iktidar aritmetiği aynen korunmuştur.

Eğer seçimden önce ortak bir payda belirlenmezse, seçim sonrası oluşacak meclis aritmetiğinin farklı olacağını varsaymak fazlaca iyimser bir yaklaşımdır. Çünkü matematik değişse de kimya sabit kalmaktadır.

Yeni Süreçlerin Gölgesinde: Açılım 2.0 mı Geliyor?

Bugün erken seçim talepleri yalnızca iç siyasi dinamiklerle sınırlı değildir. Türkiye, uzun süredir “terörsüz Türkiye” söylemiyle yeniden kurgulanan bir çözüm paradigması içindedir. Bu paradigmanın somut göstergesi ise, 11 Temmuz 2025’te Süleymaniye’de düzenlenen “PKK silah bırakma seremonisi”dir.

Bu sahne, yüzeyde bir barış mesajı taşıyor gibi görünse de, derin planda bölgesel bir yeniden yapılandırma ve anayasal bir revizyon sürecinin altyapısı olarak okunmaktadır. Nitekim eş zamanlı olarak hem Öcalan merkezli mesajların kamuoyuna servis edilmesi hem de anayasa değişikliği tartışmalarının hız kazanması, bu sürecin yalnızca bir güvenlik konusu değil, rejim düzeyinde bir dönüşüm hedeflediğini ortaya koymaktadır.

Dolayısıyla erken seçim isteyen muhalefetin, yalnızca ekonomik kriz, adalet sorunu ya da yolsuzluk gündemiyle değil; Türkiye’nin siyasi rejimi, devlet yapısı ve milli birliği açısından da bu süreci değerlendirmesi elzemdir.

Muhalefetin Yapısal Açmazı: Kişi Etrafında Değil İlke Etrafında Birleşme İhtiyacı

Sadece İmamoğlu’nu merkeze alan stratejiler, siyasal derinliği olan bu süreci karşılamaya yetmeyecektir. Seçimi kazanmak kadar, ne adına kazanıldığı, nasıl bir Türkiye hayali kurulduğu da artık belirleyicidir.

Ortak Payda: Atatürkçü Vizyon ve Üniter Devletin Tavizsiz Savunusu

Bu bağlamda, muhalefetin ancak şu iki temel ilke etrafında geniş bir toplumsal meşruiyet inşa edebileceği söylenebilir:

  1. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu lideri Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün mirası ve ilkeleri,
  2. Türkiye’nin üniter devlet yapısının korunması ve federatif eğilimlere karşı net bir duruş.

Bu ilkeler etrafında oluşacak bir siyasi birliktelik hem sahici hem de savunulabilir olacaktır.

Sonuç: Takvimle Değil, Tavırla Siyaset Yapma Zamanı

Erken seçim, kendi başına bir çözüm değildir. Daha doğrusu, nasıl bir Türkiye için erken seçim istenildiği, bu talebi anlamlı kılar. Yoksa günü kurtarmaya dönük bir “erken sandık”, geleceği kaybettiren bir “geç strateji”ye dönüşebilir.

Bu sebeple, muhalefet artık yalnızca seçim takvimi değil, devletin niteliği, toplumun birliği ve anayasal rejimin geleceği konusunda netleşmek zorundadır. Aksi halde sadece seçimi değil, Cumhuriyet’in temel kodlarını da kaybedebiliriz.

Ahkâm-ı Hatime

Bugün Türkiye, yalnızca bir seçim atmosferine değil, tarihsel bir istikamet tayini sürecine girmiştir. Süleymaniye’de yapılan seremoniler, anayasa tartışmaları, merkezî otoritenin yeniden tanımı gibi gelişmeler; sıradan bir sandık tartışmasının çok ötesindedir. Bu süreçte susan herkes kaybeder; ama en çok, kendi tarihine ve milletine karşı susanlar.

Muhalefetin görevi, yalnızca sandık istemek değil; hangi rejimin, hangi devlet anlayışının, hangi toplumsal yapının devamı için sandık istediğini ortaya koymaktır. Aksi takdirde, milletin önüne koyduğu sandık, milletin elinden alınan devletin örtüsü olur.

Bu sebeple, “erken seçim” talebini bir takvim değil, bir tavır, bir direnç, bir ilke olarak tanımlamak gerekir. Unutulmamalıdır ki, Cumhuriyet sandıkla kurulmadı; ama sandık Cumhuriyet’i korumanın en meşru vasıtasıdır. O sandığın kıymeti de, içini neyle doldurduğunuzla ölçülür.

Benzer Yazılar
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Oldest
Newest Most Voted
Inline Feedbacks
View all comments
Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi