30 December 2025 Tuesday

Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi

Kuraklık Felaketi Kapıda: Tarım Politikası Yeniden Yazılmalı

Türkiye tarımı, don ve sel afetlerinin ardından şimdi de ciddi kuraklık tehdidiyle karşı karşıya. Sulama randımanı %52 seviyesinde, kişi başına düşen su miktarı hızla “su fakirliği” sınırına yaklaşıyor. Gençlerin tarımdan uzaklaşması, artan borç yükü ve kayıt dışılık üretimi daha kırılgan hale getiriyor. Uzmanlara göre çözüm yalnızca sulama yatırımlarıyla sınırlı değil; susuz tarım tekniklerinin canlandırılması, ürünlerin yerinde işlenerek katma değer yaratılması ve Prof. Dr. Haydar Baş’ın “Dar Bölge – Geniş Kalkınma Modeli” ile desteklenmesi gerekiyor. MEM çerçevesinde devlet alım garantisi, üretim maliyet desteği, sigorta ve faizsiz finansman gibi adımlar atılmadan hem çiftçi hem vatandaş kaybetmeye devam edecek.

Hal Yasası: Çiftçiyi Görmeden Sofraya Çözüm Gelmez

“Hal Yasası” ilk çıktığında üreticiyi koruyacak, tüketiciye ucuz ürün sağlayacak denmişti. Bugün ise tablo tersine dönmüş durumda: Çiftçi emeğinin karşılığını alamıyor, vatandaş pahalıya mahkûm oluyor. Yeni taslakta bazı olumlu adımlar bulunsa da temel sorunlar çözülmeden yapısal dönüşüm sağlanamaz. Çözüm, Prof. Dr. Haydar Baş’ın Milli Ekonomi Modeli’nde öngördüğü üretim maliyet garantisi, devlet alım güvencesi, afet sigortası, kooperatifçilik ve faizsiz finansman gibi önerilerde yatıyor.

30 Ağustos: Milletin Bağımsızlık Manifestosu

30 Ağustos Zafer Bayramı, yalnızca askeri bir zafer değil, milletimizin iradesini, imanını ve kararlılığını dünyaya ilan ettiği bir dönüm noktasıdır. Prof. Dr. Haydar Baş’ın “Milli bayramlarını kutlamayan milletler, dini bayramlarını kutlayacak vatan bulamazlar” sözü bu gerçeği özetlemektedir. BTP İstanbul İl Başkanlığı’nın düzenlediği kutlama programında da vurgulandığı gibi, 30 Ağustos bir milletin küllerinden yeniden doğuşunun adıdır. 103 yıl önce emperyalizmi diz çöktüren bu ruh, bugün de bağımsızlık ve ekonomik özgürlük mücadelesinin yol haritasını çizmektedir.

Kentsel Dönüşümde Sorun Yeni Bir Kat Değil, Devletin Sahada Görünmezliği

Kentsel dönüşümde son dönemde gündeme gelen Mansard çatı hakkı ve “Yarısı Bizden” gibi teşvikler, süreci hızlandırmaya yönelik adımlar olsa da esas sorunun çözümünü sağlamıyor. Bugün birçok aile evleri yıkıldıktan sonra hâlâ kirada, bazı projelerde ise temel bile atılmadı.

Ana mesele, devletin ve belediyelerin sahada etkin bir hakem ve denetleyici rol üstlenmemesi. Vatandaştan “farkındalık” bekleniyor ama hukuki ve teknik ayrıntılarla baş başa bırakılan vatandaşın tek güvencesi devlet olmalı.

Sorun yeni bir kat değil, sahadaki görünmezliktir. Eğer devlet ve belediyeler süreci aktif şekilde yönetmezse, kentsel dönüşüm mağdurları evsiz kalmaya, boş arsalar da belirsizlik içinde atıl durmaya devam edecek.

Dün SHP, Bugün AKP-MHP: Senaryo Aynı

Türkiye siyasetinde transferler, hizalanmalar ve ittifaklar tesadüf değil. 1989 Paris Konferansı’ndan bugüne uzanan süreçte senaryo değişmedi, sadece aktörler değişti. Dün SHP üzerinden meclise taşınan fikirler, bugün AKP–MHP öncülüğünde sahneleniyor. Sağ–sol ayrımının ötesinde, mesele milletin iradesiyle mi yoksa dış planların iradesiyle mi yol alındığıdır.

👉 Çözüm, ayrışmalarda değil; birlik ve beraberliği yeniden inşa edecek bir siyaset anlayışındadır.

Transfer Sezonu: Siyaset mi, Toplum mu?

Türkiye’de siyasette artan parti transferleri, sadece siyasi etik sorunu değil; milletin iradesine, meclisin onuruna ve toplumun adalet duygusuna zarar veren bir krizdir. Bugün tartışılan Mansur Yavaş ya da diğer isimler değil; asıl mesele toplumun değerlerinin korunmasıdır. Futboldaki transferlere benzetilen bu süreç, siyaseti bir “pazara” dönüştürmekte ve vatandaşın demokrasiye güvenini zedelemektedir. Eğer toplum adalete inanmaz, liyakati ölçüt kabul etmez, seçimlerin anlamına güvenmezse; ekonomik ve yasal reformlar yetersiz kalacak, nesiller boyunca sürecek bir toplumsal çözülme yaşanacaktır. Bu yüzden en büyük ihtiyaç, eğitim, ahlak, liyakat ve birlik ruhunun korunmasıdır.

Depremi Unutmak, Geleceği Kaybetmektir

Deprem gerçeği, bütün bu tartışmaların çok ötesinde bir meseledir. Eğer bir sabah yeniden binlerce vatandaşımızı kaybedersek, anayasanın hangi maddesinin değiştiğini, kimin iktidarda olduğunu kimse hatırlamayacak.

O yüzden siyaset üstü bir sorumlulukla hareket etmeliyiz. Kentsel dönüşümü rant değil, insan odaklı planlamalıyız. Depremi unutmamalı, unutturmamalıyız.

Çünkü depremi unutmak, geleceği kaybetmektir.

Türkiye’nin Dış Politika Serüveni: Kaçırılan Fırsatlar ve Büyük Tehditler

1990’lardan sonra Türkiye’nin önüne hem Türk Cumhuriyetleri hem de İslam coğrafyasında liderlik için büyük fırsatlar çıktı. Ancak bu süreç ABD ve AB politikalarının gölgesinde heba edildi. Büyük Ortadoğu Projesi, Demokratik Konfederalizm ve Yeni Osmanlı hayalleri aynı hedefe hizmet ederek Türkiye’yi küresel planlara bağımlı hale getirdi. Bugün Zengezur Koridoru ve Suriye denkleminde görüldüğü gibi, Türkiye bölgesel liderlik yerine taşeronluk rolüne itildi. Tarih bize gösteriyor ki birlik ve bağımsızlık olmadan liderlik mümkün değildir; ayrılık ve bağımlılık ise sadece bölünmeye yol açar.

Egemenlik ve Ekümenlik: Lozan’dan Günümüze Sessizlik ve Hassasiyet

Türkiye, Lozan Antlaşması’yla “ekümenlik” unvanını tanımamış ve Fener Rum Patriği’nin yetkilerini yalnızca İstanbul’daki Rum Ortodoks cemaatiyle sınırlamıştır. Ancak bugün uluslararası zeminde bu unvanın kullanılmasına karşı resmî tepki verilmemesi, egemenlik hassasiyetinin zayıfladığı algısını güçlendirmektedir.

Ekümenlik, Vatikan benzeri bağımsız bir otorite iddiası taşıyabilir ve bu durum, anayasal düzenin teklik ve bütünlüğünü aşındırma riski barındırır. Tehlike, artık yalnızca açık siyasi taleplerden değil; dinlerarası diyalog, ılımlı İslam gibi yumuşak başlıklarla sunulan ve egemenlik devrine zemin hazırlayabilecek projelerden de gelmektedir.

Atatürk’ün “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir” çizgisi, bugün de Türkiye Cumhuriyeti’nin kırmızı çizgisidir. Eşit yurttaşlık ve din–vicdan özgürlüğü korunmalı, ancak paralel otorite doğuracak her girişim hukukla engellenmelidir.

Terörsüz Türkiye Komisyonu: Devlet Politikası mı, Siyasi Proje mi?

Türkiye’de “Terörsüz Türkiye Komisyonu” süreci, 2013’teki “Akil Adamlar” örneğine benzer şekilde, halkı önceden belirlenmiş bir politikaya alıştırma işlevi görüyor. İktidar ve muhalefet söylemleri benzeşiyor; bu da sürece meşruiyet kazandırıyor. Suriye ve Zengezur örneklerinde görüldüğü gibi, başlangıçta Türkiye’nin öncü rol iddiası, zamanla ABD ve AB eksenli bir çizgiye kayıyor. Gerçek bir devlet politikasının ilk şartı, anayasal bağlılıktır; anayasaya aykırı projeler “devlet politikası” olarak sunulamaz. Siyasi çıkarlar, devletin ebedi menfaatlerinin önüne geçemez.

Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi