İdamdan Müzakereye: Bir Sürecin Sessiz Yürüyüşü Yüklenme tarihi 16 Temmuz 2025 Yükleyen Ali Bestami Kepekçi Bu yazı, kamuoyuna açık kaynaklar ve siyasi süreçlerin analiziyle oluşturulmuş bir değerlendirmedir. Türkiye’nin yakın tarihinde dikkatle okunması gereken bazı eşik anlar vardır. 1999’da yakalanan Abdullah Öcalan’ın idam sürecinin rafta bekletilmesi, 2002’de idam cezasının tamamen kaldırılması ve nihayet 2025’te terör örgütü PKK’nın “silah bırakma” çağrısı ve örgütü feshetmesi… Tüm bu başlıklarda, kamuoyunun çoğunlukla unuttuğu bir isim aslında kritik roller oynamıştır: Milliyetçilik iddiasıyla yola çıkanlar. Söz konusu siyasi çizginin kariyerinde bir kırılma noktası, 1999’da verilen Abdullah Öcalan idam kararıyla ilgilidir. Ankara 2 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, 29 Haziran 1999’da Öcalan hakkında idam kararı vermiş, bu karar 25 Kasım 1999’da Yargıtay tarafından onanmıştır. Ancak 12 Ocak 2000’de dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, ANAP lideri Mesut Yılmaz ve söz konusu partinin genel başkanı arasında gerçekleşen liderler zirvesinde, AİHM’in ihtiyati tedbir kararı gerekçe gösterilerek, infaz süresiz olarak askıya alınmıştır. Bu süreç yalnızca belgelerle değil, sonradan yapılan açıklamalarla da teyit edilmiştir. En açık eleştiri, yıllar sonra AK Parti Grup Başkanvekili Salih Kapusuz tarafından yapılmıştır. Kapusuz, 4 Temmuz 2007 tarihinde şunları söylemiştir: “Karar Başbakanlık’ta iki yıl bilinçli olarak bekletilmiş, idam engellenmiştir.”“MHP, hükümet ortağının bölücübaşına verilen idam cezasını müebbet hapse çeviren kanun teklifine göz yummuş, hükümet ortaklığını yani koltuk sevdasını bebek katilinin idamına yeğlemiştir.”“Terörist başı, İmralı’da aldığı her nefesi, Bahçeli yönetiminin engin hoşgörüsüne borçludur.”(Kaynak: Yeni Şafak, 4 Temmuz 2007) Yine dönemin AK Parti Milletvekili Ramazan Toprak, Meclis’teki idam oylaması sırasında, ilgili partinin genel başkanının, vekillerini ret yerine kabul oyu kullanmaları yönünde yönlendirdiğini belirtmiştir. Süreç, sadece muhalif açıklamalarla değil, iç muhalefetle de belgelenmiştir. Dönemin MHP Milletvekili Edip Özbaş, Öcalan’ın idamını uygulamayan Başbakan Ecevit hakkında Meclis’te soruşturma önergesi açmak üzere imza toplamak istemiş, ancak partili arkadaşlarından destek alamamıştır. Özbaş’a destek veren Abdulhaluk Çay, Enis Öksüz, Ali Güngör, Mehmet Ceylan ve Mesut Türker, kısa bir süre sonra parti yönetimi tarafından tasfiye edilmiştir.(Kaynak: TBMM arşivi ve dönemin kulis haberleri) Tüm bu gelişmeler, idam kararının yalnızca yargının değil, yürütmenin ve siyasi partilerin ortak kararıyla askıya alındığını ve milliyetçilik iddiası taşıyan partinin bu süreçte belirleyici bir pozisyonda olduğunu ortaya koymaktadır. 2002 yılına gelindiğinde, aynı siyasi çizgi bu kez başka bir dönüm noktasının mimarı olmuştur. Ülkede ekonomik kriz devam ederken, 57. Hükûmet hâlâ görevdeyken, 7 Temmuz 2002 tarihinde Afyon mitinginde şu açıklama yapılmıştır: “Erken seçim kaçınılmazdır.” Bu açıklamayla Kasım 2002 seçimleri fiilen tetiklenmiş, o dönem henüz siyasi yasağı devam eden Recep Tayyip Erdoğan’ın partisi, tek başına iktidara taşınmıştır. Bu çıkış, sonradan yapılan yorumlarla birlikte değerlendirildiğinde, iktidarın anahtarını fiilen teslim eden bir karar olarak tarihe geçmiştir. Yıllar sonra 2024 sonbaharında “Terörsüz Türkiye” söylemiyle başlayan yeni süreçte, bu kez DEM Parti ile verilen samimi görüntüler, 2025 Şubat’ında Abdullah Öcalan’ın “örgütü feshettiğini” ilan etmesiyle sonuçlanmıştır. Bu çağrıya ilk sahip çıkanlardan biri de yine milliyetçilik vurgusuyla siyaset yapan parti lideridir. Hatta Öcalan’ın TBMM’de konuşmasının “terörün sona erdiğine dair sembolik bir anlam taşıyabileceği” bile kamuoyuna açıkça ifade edilmiştir. İşin garip yanı şu: Bu siyasi çizginin yıllar içinde milliyetçilikten uzaklaştığı sıkça söylenegelmiştir. Ancak gerçekte olan, belki de tam tersidir. Milliyetçilik söylemde sürdürülürken, pratikte çözüm sürecinin ve toplumsal dönüşümün zeminini adım adım hazırlayan çizgi olmuştur. 2000 yılında Öcalan’ı asmayarak, 2025’te onu dolaylı da olsa muhatap alarak… Bu noktada, Prof. Dr. Haydar Baş’ın 1995’te ABD Büyükelçisinin görüşme talebini reddetmesi de ayrıca anlam kazanıyor. Haydar Baş, “Eğer bu görüşmeyi kabul etseydim, bana cumhurbaşkanlığını dahi teklif ederlerdi; ama karşılığında devletimi, milletimi, ordumu isterlerdi” diyerek, teslimiyete giden yolu daha o günlerden teşhis etmişti. Bugünden geriye bakıldığında, Haydar Baş’ın o gün gösterdiği duruşun ne kadar ilkesel ve öngörülü olduğu daha net anlaşılmaktadır. Oysa aynı yıllarda ABD yetkilileriyle sıkı fıkı olanların geldiği nokta malumdur. Prof. Dr. Haydar Baş, bu süreçleri yıllar öncesinden şöyle özetlemişti: “Milliyetçi Hareket Partisi, milliyetçiliği istismar etti. Kullandı kullandı, milliyetçiliğin posasını çöp tenekesine attı. Milliyetçilik diye bir şey kalmadı.”(Kaynak: Haydar Baş konuşmaları, 2007) Ahkâm-ı Hatime Bir dosya sümen altı edildiğinde sadece bir karar değil, bir gelecek şekillendirilir.2000 yılında alınan “bekletme” kararı, aslında bugünün “yeni çözüm süreci”nin temellerini o gün attı. Öcalan’ın idam edilmemesi, bugün DEM’in, HDP’nin, İmralı’nın meşru aktör olarak konuşmasına alan açtı. Çözüm süreci 2009’da değil, 1999’da başladı. Haydar Baş’ın “Bir defa dünyaya geldim, bunu da satmam” diyerek reddettiği tezgâha, başkaları masa kurdu, rıza gösterdi, ortak oldu. Bugün aynı eller “devlet aklı” diye takdim ediliyor. Lakin millet unutmuyor. Dosyanın kapağı açıldı artık. Tarih yazılıyor. Benzer Yazılar Kırlangıcın hikayesi Yankı Gece ile Gündüzü Nasıl Ayırt Ederiz? Oruçla? HEMEN PAYLAŞFacebookPinterestTwitterLinkedinEmailWhatsapp