İmralı Ziyareti ve Yeni Siyasi Eşik: Kimlik Mühendisliği Tartışması Nereye Gidiyor? Yüklenme tarihi 27 Kasım 202527 Kasım 2025 Yükleyen Ali Bestami Kepekçi İmralı ziyaretiyle birlikte sürecin açılımın da ötesine geçen farklı bir aşamaya evrildiğini söylemek artık yanlış olmaz. Bu ziyaret tartışmaları başlamadan önce bile Devlet Bahçeli’nin tutumu sürekli gündemdeydi. Daha önceki değerlendirmelerimde de belirttiğim gibi, Bahçeli çizgisi gereği ilkesel bir duruş sergilerken; Cumhurbaşkanı Erdoğan taktiksel ve esnek adımlar üzerinden ilerleyen bir politika izlemiştir. Bu ikili yapı, özellikle bugün yaşanan gelişmeleri anlamak açısından önemlidir. Bahçeli’nin, Milliyetçi Hareket Partisi gibi bir yapıda bu pozisyonu koruyabilmesi de sürecin tarihsel arka planı dikkate alındığında daha net anlaşılmaktadır. 1999’da Abdullah Öcalan yakalandığında alınan kararlar, bugün geldiğimiz noktayı şekillendiren kritik dönemeçlerdi. Öcalan’ın idam edilmemesinin arkasında, dönemin Meclisi’nde MHP’nin takındığı pozisyonun belirleyici olduğu bilinen bir gerçektir. Ayrıca Öcalan’ın Türkiye’ye teslimi sürecinde uluslararası pazarlıkların etkili olduğuna dair güçlü işaretler de bulunmaktadır; süreç bize bunu göstermektedir. Öcalan hakkında verilen idam kararının infaz edilmemesi sonrası, Meclis’te kurulan alt komisyonlarda MHP’nin çekimser oy kullanmasıyla açılım sürecinin ilk kapıları aralanmıştır. Bu kararlar birikerek ilerlemiş ve bugün yeniden gündeme gelen İmralı ziyaretlerinin zeminini oluşturmuştur. Bugün gelinen aşamada ise tablo nettir:Toplum, terörle mücadelede teröristle el sıkışmanın ne anlama geldiğini çok iyi bilmektedir. Tribünlerden sokaklara kadar toplumun farklı kesimlerinde yükselen tepki bunun göstergesidir. Açılım döneminde toplumun bir kesimi temkinli bir “olabilir” yaklaşımı sergilese de bugün Öcalan’ın yeniden muhatap gösterilmesi, toplumun büyük çoğunluğunda ciddi bir rahatsızlık doğurmaktadır. Burada önemli bir konuya değinmek gerekir:Bir vatandaş derdini dile getiriyorsa kökeni ne olursa olsun—Kürt kökenli, Laz kökenli, Ermeni kökenli, Süryani kökenli—dinlemek gerekir. Ancak bugün DEM Parti çevrelerinden bölgedeki gerçek toplumsal sorunlar hakkında — feodal yapı, kadınların erken yaşta evlendirilmesi, eğitim eşitsizlikleri, aşiret düzeninin baskısı gibi — neredeyse hiç söz duymuyoruz. Tüm mesele tek bir kişiye, yani Öcalan’ın siyasi zeminine indirgeniyor. Oysa bu, sahadaki sosyolojik gerçeklikle bağdaşmamaktadır. Kürt kökenli vatandaşlarımızın sorunu Öcalan’ın “zemini” ya da özgürlüğü değildir.Türkiye’de hepimizin ailesinde Kürt kökenli akrabalarımız vardır. Birçok evde Türkçe ve Kürtçe birlikte konuşulur. Sorunlarımız ortaktır: Ekonomik sıkıntılar, Eğitim sorunları, İşsizlik, Emeklilik krizi… Bu nedenle DEM Parti de Öcalan da Kürt kökenli vatandaşlarımızı temsil etmemektedir.Bu ülkede Kürt kökenli cumhurbaşkanı, genelkurmay başkanı, bakan çıkmıştır. Hepimiz aynı vergiyi ödüyor, aynı askerliği yapıyor, devlet karşısında aynı hukuki statüye sahip oluyoruz. Bu bağlamda “eşit yurttaşlık” söyleminin sürekli gündeme getirilmesi dikkatle değerlendirilmelidir. Zira hukuken zaten herkes eşittir. Bu tekrarlanan söylem, pratikte “imtiyaz talebi” algısı yaratabilir. Bu da milletin bütünlüğünü zedeleyen bir zemin doğurabilir. Geçmişte bireysel hatalar elbette yapılmıştır. Bir memur, bir komutan, bir bürokrat yetkisini aşmış olabilir; ama bu devlete mal edilemez. Aynı şekilde Kürt kökenli vatandaşlara yönelik haksızlıklar varsa bunlar tek tek ele alınmalı ve gereği yapılmalıdır. Ancak bölgedeki geri kalmışlığın, kökensel bir sorun gibi sunulması doğru değildir. O bölgenin geri bırakılması, yıllarca jeopolitik bir taktik olarak uygulanmıştır; bunu da ayrıca konuşmak gerekir. Uluslararası örnek bunun kanıtıdır:2005’te özerkliği tanınan Irak Kürdistan Bölgesi, 2017’de bağımsızlık referandumu yaptı; sandıktan “evet” çıkmasına rağmen ABD son dakikada pozisyon değiştirerek süreci askıya aldı. Bu tablo, emperyalizmin bölge stratejisinin nasıl işlediğini göstermektedir:Bir süreci son noktaya kadar getir, sonra durdur, yeniden şekillendir.1975’ten beri bölgeye uygulanan stratejinin özeti hep budur:İki ileri, bir geri. Aynı oyunun farklı versiyonlarını ASALA saldırılarında da gördük, 2000’lerin açılım süreçlerinde de gördük, bugün de görüyoruz. Bu nedenle ifadem şudur:Belki bazı yasal adımlar atılacaktır, bazı süreçler ilerleyecektir; ancak bu döngü yine tamamlanmayacaktır. Çünkü hedef, emperyalist projede yer alan unsurların taleplerini tam anlamıyla gerçekleştirmektir. Bu nedenle “süreç bitiyor” derken ifade etmek istediğim esas husus, bu döngünün 50 yıldır aynı istikamete yürüdüğüdür. Burada CHP’nin İmralı heyetine katılmaması olumlu bir adımdır; ancak “eşit yurttaşlık” söylemini sürdürmesi önemli bir soru işareti doğurmaktadır. Acaba perde arkasında yeni bir müzakere zemini mi kuruluyor? Süreç bugün durdurulup bir dönem sonra farklı aktörlerle yeniden mi sahneye konacak? Bu soruların tarihe not düşülmesi gerekir. Son olarak şunu ifade etmeliyim:Mustafa Kemal Atatürk’ün tanımladığı Müslüman Türk kimliği, Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün vatandaşlarını kapsayan ortak kimliktir. Biz bu kimliği merkeze almak zorundayız.Apo’yla görüşmeye karşı çıkarken, aynı anda “eşit yurttaşlık” söylemini sürdürmek ise çelişkili bir zemindir. Çünkü bu söylem, uygulamada imtiyaz talebine kapı aralayabilir. Bu da millet bütünlüğünün zedelenmesine yol açabilir. Biz hep birlikte konuşalım, hataları düzeltelim, adaleti sağlayalım.Ama bu milletin ortak kaderini ve Cumhuriyet’in kurucu kimliğini zayıflatacak her girişime karşı da uyanık olmak zorundayız. Benzer Yazılar Kırlangıcın hikayesi Yankı Gece ile Gündüzü Nasıl Ayırt Ederiz? Oruçla? HEMEN PAYLAŞFacebookPinterestTwitterLinkedinEmailWhatsapp