İsrail’in Kürt ve Dürzi Hamlesi Yüklenme tarihi 19 Temmuz 202519 Temmuz 2025 Yükleyen Ali Bestami Kepekçi Son yıllarda Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler sadece devletler arası ilişkileri değil, aynı zamanda etnik ve mezhepsel grupların uluslararası aktörlerle kurduğu bağları da köklü biçimde etkiliyor. “Terörsüz Türkiye” söyleminin yeniden dolaşıma girmesi, bu sürecin yalnızca bir iç güvenlik politikası olmadığını, çok daha büyük bir jeopolitik hamlenin parçası olduğunu düşündürüyor. İsrail’in Yeni Oyunu: Azınlıklar Üzerinden Bölgeyi Şekillendirmek İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Sa’ar, göreve atandığı ilk gün olan 10 Kasım 2024’te yaptığı açıklamada, Arap ülkeleriyle barışın genişletilmesi gerektiğini belirtirken, Orta Doğu’daki azınlıkların da ihmal edilmemesi gerektiğini savundu. “Kürt halkı büyük bir ulus, en büyük devletsiz uluslardan biri. Onlar bizim doğal müttefiklerimiz,” dedi. “Dört ülkede ulusal azınlık konumundalar ve bunlardan ikisinde özerklik var – Suriye’de fiilen, Irak anayasasında ise hukuki olarak. İran ve Türkiye’nin baskı ve saldırganlığına maruz kalıyorlar. Onlara ulaşmalı ve bağlarımızı güçlendirmeliyiz. Bunun hem diplomatik hem de güvenlik boyutları var.” Bu açıklama, İsrail’in Ortadoğu’da özellikle Kürtler ve Dürzilerle kurduğu ittifakları kalıcı hale getirmek istediğini açıkça ortaya koymaktadır. İsrail ile Kürtler arasındaki iş birliği sadece güncel değil, tarihsel ve istihbari bir arka plana da sahiptir. 1960’larda başlayan gizli ilişkiler, İsrail’in Kürtlere silah ve mali yardım sağlaması ve karşılığında Arap rejimleri hakkında istihbarat elde etmesiyle şekillendi. 2014’teki Kuzey Irak Kürt Bölgesinde bağımsızlık referandumu sürecinde ise bu iş birliği doruk noktasına ulaştı; İsrail, ABD’yi desteklemeye çağırmış ve Kürt bölgesinden gizli petrol alımı gerçekleştirmişti. Kürtler, Dürziler ve FDD’nin Teorik Zemini Washington merkezli düşünce kuruluşu Foundation for Defense of Democracies (FDD) CEO’su Mark Dubowitz, İsrail’in bu stratejisine açık destek veriyor. “Kürtler ve Dürzilerle kurulan ittifakların zamanıdır” diyerek bölgede yeni sınırlar çizilmesine fikrî temel sağlıyorlar. Bu yaklaşım, yalnızca taktiksel değil, uzun vadeli bir stratejiye işaret ediyor. Son hedef ise, Büyük İsrail projesinin adım adım uygulanabilir hale getirilmesidir. Suriye Uluslaşamadı, Türkiye Uluslaştı ama… Uluslaşma açısından Suriye, yüzyıllar boyunca birlikte yaşamış fakat kültürel entegrasyonu gerçekleştirememiş Arap toplumlarından oluşan, henüz modern anlamda uluslaşamamış bir devlettir. Oysa Türkiye, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde bu coğrafyada gerçek anlamda uluslaşmayı başarmış nadir örneklerden biridir. Bugün ise iktidarın sürekli “Türk-Kürt-Arap” vurgusunu öne çıkarması, Türkiye’yi tekrar etnik kimlikler üzerinden tanımlayan bir düzleme çekmektedir. Bu, yalnızca ulus bilincini aşındırmakla kalmaz, aynı zamanda dış müdahalelere açık ve istendiğinde karıştırılabilecek bir ülke haline gelme riskini doğurur. Nitekim Suriye bir dönem güçlü ekonomisiyle bu ayrışmaları bastırabiliyordu. Ancak ekonomik çöküş sonrası merkezi yapı zayıfladı, Arap Baharı’nın etkisiyle de ülke iç savaşa sürüklendi. Türkiye de benzer bir tehlike ile karşı karşıyadır. Mevcut yapısıyla ve sahip olduğu potansiyelle bölgenin lider ülkesi olabilecekken; iktidar vatandaşların dikkatini kötü ekonomik yönetimden saptırmak için “PKK ile mücadele” bahanesini öne çıkarıyor. Türkiye Yağmurdan Kaçarken Doluya Yakalanıyor “Terörsüz Türkiye” söylemi öylesine baskın hale geldi ki, ekonomideki sefalet konuşulamaz hale geldi. Gerçekte ise, temeli olmayan bir “Kürt sorunu” söylemi yıllardır dolaşımda tutulsa da, bu sorunu çözecek adımlar atılmamaktadır. CNN Türk ekranlarında yayınlanan Diyarbakır halkıyla yapılan röportajlarda vatandaşların sürece verdikleri destek “bölgeye yatırım gelir, turist gelir, ekonomi düzelir” beklentisine dayanmaktadır. Yani halk için asıl gündem ekonomi. “Terörsüz Türkiye” diyenlerin de derdi, aslında ekonomik istikrar. Ama hükümet, ekonomi alanında ciddi hiçbir adım atmazken, halkı yalnızca terörle mücadele söylemleriyle oyalamaya çalışıyor. Her akılda aynı düşünce, her dilde aynı cümle var: “Terörün bitmesinin herkese faydası var.” Ancak bu cümle, ekonomi düzelirse bir anlam kazanacak. Çünkü halkın beklentisi açık: Güvenlik değil, geçim öncelikli. SDG’ye ABD Desteği ABD Dışişleri Bakanlığı ve Pentagon, Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) defalarca “sahadaki en güvenilir ortak” olarak tanımladı. Son yıllardaki Pentagon bütçesinde, SDG’ye yapılan silah ve nakit yardımları açıkça listelendi. ABD’nin SDG’yi açıkça müttefik ilan etmesi, Türkiye açısından yalnızca diplomatik değil, aynı zamanda güvenlik tehdidi anlamına geliyor. SDG ise “silah bırakmadan” Suriye ordusuna entegre olmayı bir çözüm modeli olarak sunuyor. Ahmet Şara ile Mazlum Abdi arasında imzalanan 10 Mart mutabakatının çökmesi bile, bu entegrasyon sürecini durdurabilmiş değil. SDG sözcülerine göre bu, bir “teslimiyet” değil, “eşit ortaklık” süreci. Silahlar bırakılmıyor, yalnızca yön değiştiriliyor. Türkiye’nin Önündeki İkilem: Güç mü, Taviz mi? Bugün Diyarbakır sokaklarında en çok duyulan cümle şu: “Terörün bitmesi herkese fayda sağlar.” Bu söz doğru ama eksik. Çünkü bu söylemin ardında bir ekonomi beklentisi var. Terörsüz bir Türkiye, güvenli bir yatırım iklimi, istikrarlı bir esnaf hayatı demek. Ancak asıl soru şu: Türkiye gerçekten terörsüzleşiyor mu, yoksa bu süreçte yeni bir Ortadoğu’nun figüranı mı oluyor? SDG silah bırakmazken, Dürzi-Bedevi çatışmaları da artarken; Türkiye içeride siyasi hamlelerle, dışarıda etnik ittifaklarla örülü bir stratejinin ortasında kalmış durumda. İsrail’in Nihai Hedefi: Yönetilebilir Parçalar İsrail, kendi sınırlarının hemen ötesinde güçlü bir Suriye istemiyor. Onun için en kullanışlı rejim, iç çatışmalarla zayıflatılmış, azınlıklar üzerinden yönetilebilir hale getirilmiş bir rejimdir. İşte tam bu nedenle, bugün “Terörsüz Türkiye” başlığı altında yürütülen süreç yalnızca bir iç güvenlik planı değil, bölgesel bir yeniden yapılandırma hamlesidir. Nihai hedef ise yalnızca Kürt bölgeleriyle sınırlı bir plan değil, Büyük İsrail projesine giden yolun adım adım döşenmesidir. Ahkâm-ı Hatime Türkiye bir yol ayrımında. Ya güçlü ve bütüncül bir ekonomiyle içeride birliği, dışarıda itibarı sağlayacak; ya da başkalarının çizdiği haritalarda rol aramaya devam edecek. Ortadoğu yeniden şekillenirken, öncelik terörden öte, aş, iş ve adalet olmalıdır. Zira milletin gerçek gündemi iş, aş ve geçim derdidir. Ama siyasetin gündemi bunlar değildir. Bu çelişki sürdüğü müddetçe sorunlar çözülmeyecek, Türkiye yönetilemez değil; yanlış önceliklerle yönlendirilen bir ülke olarak kalacaktır. Not: Bu yazı, kamuoyuna açık kaynaklardan derlenen bilgiler ve siyasi gelişmelerin analizi ile hazırlanmıştır. Benzer Yazılar Kırlangıcın hikayesi Yankı Gece ile Gündüzü Nasıl Ayırt Ederiz? Oruçla? HEMEN PAYLAŞFacebookPinterestTwitterLinkedinEmailWhatsapp