Karanlıkta Yanan Bir Işık: 1997’de Düşülen Notlar, 2025’in Gerçekliği Yüklenme tarihi 8 Temmuz 20258 Temmuz 2025 Yükleyen Ali Bestami Kepekçi 1997 ya da 1998 yılıydı. İstanbul’un kalbinde, Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda, iki gün süren anlamlı bir buluşma gerçekleşti: Dini ve Milli Bütünlük Kurultayı. Katılımcıları sıradan insanlar değildi. Dönemin önde gelen ilim adamları, gazetecileri, siyasetçileri; fikriyle ve duruşuyla milletin ufkunu aydınlatan kalem ve kelam erbabı bir aradaydı. Ve elbette kürsüde, o kurultayın mimarı, gönüllere dokunan, vicdanlara seslenen bir isim vardı: Prof. Dr. Haydar Baş. Bu kurultay, bugün bile hafızalarda yerini koruyor çünkü dile getirilen hakikatler, sadece dönemin değil, sonraki yılların da pusulası olabilecek nitelikteydi. Aradan geçen yaklaşık otuz yıl, o sözlerin zaman üstü bir feraset taşıdığını ispatladı. O gün orada söylenenler bugün dahi yankılanıyorsa, bu yalnızca bir hatıranın değil, bir hakikatin diriliğindendir. Ne var ki “görmek” istemeyene ışık fayda etmez. “Ama görene, köre ne!” demiştik ya… Aslında bütün hikâye burada başlıyor. Haydar Hoca’nın yaptığı kapanış konuşması, bir hitabet değil, bir nesiller manifestosudur. Konuşmasında altı çizilen üç temel vurgu —inanç-akide-milli değerler— yalnızca bir milletin kimliğini değil, aynı zamanda beka iradesini de tayin eder. O gün şöyle denmişti: “Büyük millet olmanın vasfı, inanç, akide ve milli değerlerini korumaya bağlıdır.” Bugün yaşadıklarımızı bu cümlenin merceğinden okuduğumuzda, tablo ne yazık ki berraklaşıyor: Ya bu değerleri kaybettik ya da bu değerlere sırt döndük. Bir toplumun dini bütünlüğü sarsıldığında, milli bütünlüğü de çatırdar. Bu, sosyolojik bir tespit değil, tarihî bir kanundur. Haydar Hoca’nın uyarısı, bugünkü dağınıklığımızı yıllar öncesinden sezmiş bir basiretin eseridir: “Milletin milli bütünlüğü, dini bütünlüğünden geçer.” Bugün birbirini ötekileştiren, kurumlarıyla kavgalı, geleneğine yabancılaşmış bir toplum olarak yaşadığımız her kırılma, bu cümlenin inkârı pahasına gerçekleşmiştir. Kurultayda verilen bir başka mesaj da şudur: Türkiye’nin jeopolitik yalnızlığı tesadüf değildir. Batı ittifaklarıyla kurulan yapay dostluklar, Kıbrıs’tan NATO’ya, AB’den soğuk savaş yıllarına kadar defalarca teste tabi tutulmuş ve hep sınıfta kalmıştır. Haydar Hoca’nın dikkat çektiği gibi, Batı bizi yalnız bırakmakla kalmadı, değerlerimizi zayıflatacak şekilde içimize müdahale etti. Eğitimden medyaya, ekonomik politikalardan kültürel kodlara kadar uzanan bir “soğuk savaş” düzeni içinde; millî ve manevî omurgamız hedef alındı. Bugün yaşadığımız sosyal krizleri yalnızca siyasi bir bağlamda, yahut günübirlik analizlerle açıklamak; geçmişe sırt dönüp geleceği sadece beklentiye bırakmak, bir nevi köksüzlüğü kabullenmektir. Hâlbuki Haydar Baş, konuşmasının sonunda, bize özümüzü hatırlatıyordu: Mevlana’nın, Hacı Bektaş’ın, Yunus’un, Ahmet Yesevî’nin yolundan gitmek. Modernitenin baş döndüren hızına kapılmadan, örfümüzle, âdetimizle, geleneğimizle yeniden bütünleşmek. Bugün bu sesin yankısı daha da derinleşiyor. Çünkü artık iş işten geçmek üzere. Çünkü artık satır arası değil, satır üstü bir tehlike ile karşı karşıyayız. Kurultay metninde zikredilen ifadeler, Doğu ve Güneydoğu’daki Kürdistan hayallerinden Karadeniz’deki Ermenistan projelerine, Fırat-Dicle havzasındaki Arz-ı Mev’ud planlarına kadar Türkiye’nin dört bir yanını kuşatan tehditleri işaret ediyordu. O tehditler bugün fiiliyata dökülmüş, içimizde çatlaklar oluşturmuştur. Sonuç mu? Bir milleti millet yapan, toprağına çizilen harita değil; kalbine kazınan inançtır. Kurultayda konuşulanlar bir harita değil, bir vicdan pusulasıdır. O pusula hâlâ elimizde duruyor. Sadece yönüne yeniden dönmemiz gerekiyor. Aksi takdirde her çağın sorusu bize yeniden sorulacaktır: Siz bir millet misiniz, yoksa bir kalabalık mı? Ahkâm-ı Hatime 1997’de yapılan bu kurultay, bir hatırlatma değil, bir ikazdır. Çünkü o gün söylenenler, bugün yaşananların pusulasıydı. Gönlünü birleştiremeyenlerin sınırları dağılır; inancıyla var olmayan, birliğini koruyamaz. Haydar Hoca’nın o gün yaptığı çağrı hâlâ geçerlidir: Kavga değil kardeşlik, dağınıklık değil dirlik, yabancılaşma değil köklerle bütünleşme zamanı. Not: 📺 Dini ve Milli Bütünlük Kurultayı’nın kapanış konuşmasını izlemek için şu bağlantıyı kullanabilirsiniz:🔗 https://www.youtube.com/watch?v=lFeiIgZvCJY 📚 Ayrıca, Prof. Dr. Haydar Baş’a ait birçok arşivlik video ve konuşmaya ulaşmak için Prof. Dr. Haydar Baş Enstitüsü YouTube kanalını ziyaret etmenizi tavsiye ederiz.🔗 https://www.youtube.com/@haydarbashenstitusu Benzer Yazılar Kırlangıcın hikayesi Yankı Gece ile Gündüzü Nasıl Ayırt Ederiz? Oruçla? HEMEN PAYLAŞFacebookPinterestTwitterLinkedinEmailWhatsapp