1999’da APO Teslim Edildi, Asıl Oyun O Gün Başladı Yüklenme tarihi 13 Eylül 202513 Eylül 2025 Yükleyen Ali Bestami Kepekçi 15 Şubat 1999’da terör örgütü elebaşı APO yakalandığında Türkiye’de büyük bir sevinç dalgası yaşanmıştı. Ancak aynı gün Prof. Dr. Haydar Baş’ın yaptığı tarihi konuşma, o günün ötesine geçen bir perspektif sundu. Bugün dönüp baktığımızda, o konuşmada dile getirilen öngörülerin birçoğunun gerçekleştiğini görmek hem ibretlik hem de yol göstericidir. APO Bir Figürandı, Esas Tehlike Başkaydı Prof. Dr. Haydar Baş, 1999’da şu dikkat çekici sözleri söylemişti: “APO o kadar büyük tehlike değil, yanlış anlamayın. Asıl tehlike Kuzey Irak’ta kurulmak istenen etnik devlettir.”Bu cümle, meselenin özünü ortaya koyuyordu. APO bir figürandan ibaretti. Esas hedef, Türkiye’nin güneyinde etnik temelli bir yapı kurmaktı. Nitekim kısa süre içinde Irak parçalandı, Kuzey’de Kürt özerk bölgesi oluşturuldu. Bugün aynı senaryonun Suriye’de devreye sokulduğunu görüyoruz. O günlerde terör elebaşının sembolik olarak öne çıkarılması, büyük oyunun üzerini örtmeye hizmet ediyordu. Ancak Haydar Hoca’nın işaret ettiği gibi, mesele şahıslardan ibaret değildi; mesele, Orta Doğu’nun haritalar üzerinden yeniden dizayn edilmesiydi. Ne acıdır ki bugün hâlâ bazı çevrelerin bu figürandan medet umması, aynı oyunun devam ettiğini gösteriyor. Orta Doğu ve “Arz-ı Mev’ud” Hesapları 1999’daki konuşmada Haydar Baş, İsrail lobilerinin ABD siyasetini yönlendirdiğini ve “Fırat-Dicle havzası bizim mukaddes arazimizdir” anlayışının küresel politikaları belirlediğini açıkça vurgulamıştı. “Türkiye üzerinde hesaplar var” derken sadece bir uyarı değil, uzun vadeli bir projeyi işaret ediyordu. Aradan geçen yıllarda bu planların adım adım hayata geçtiğini gördük: Irak parçalandı, Suriye iç savaşa sürüklendi ve PYD/YPG gibi yapılanmalarla kuzeyde fiili bir durum oluşturuldu. Filistin her gün bombalar altında ezilirken İsrail, Gazze’de çıban başı gibi sürekli kan ve yıkım üretti. Son olarak Katar’a yönelik saldırılar, bu politikanın hâlâ sürdüğünün kanıtı oldu. Bugün Haydar Baş’ın “Orta Doğu’da tek söz sahibi yapılmak istenen İsrail’dir” tespiti, Gazze’deki katliamlar ve Batı Şeria’daki işgallerle doğrulanmış durumda. ABD ve Batılı müttefiklerin desteğiyle İsrail, sadece Filistinlileri değil, bütün bölgeyi tehdit eden bir güvenlik krizinin merkezine yerleşmiştir. Türkiye’nin Terörle İmtihanı Türkiye de bu süreçte boş bırakılmadı. PKK terörü yıllarca bir baskı aracı olarak kullanıldı. Zaman zaman “çözüm süreci” adı altında terör örgütü meşru bir muhatap gibi sunuldu. Oysa Haydar Baş yıllar önce uyarmıştı: Asıl mesele APO değil, asıl mesele Türkiye’yi kuşatan küresel projedir. Nitekim 1999’un hemen ardından siyasi sahne yeniden dizayn edildi. 2001’de kurulan AKP, 2002’de iktidara gelerek Türkiye’yi farklı bir sürece soktu. O gün APO’nun figüranlığı üzerinden yürütülen senaryolar, bu kez “yeni siyasi aktörler” eliyle derinleşti. Terörle mücadelede atılan yanlış adımlar, “çözüm süreci” gibi politikalar, küresel projelerin Türkiye’deki uzantılarına alan açtı. Bugün geldiğimiz noktada, Türkiye’nin terörsüz bir gelecek arayışı farklı bir yola girmiştir. Ancak unutulmaması gereken gerçek şudur: Terörle mücadelede esas olan yalnızca silah değil, aynı zamanda dış politikada güçlü bir iradedir. Eğer Türkiye Irak’ın ve Suriye’nin bütünlüğünü savunmazsa, kendi güney sınırında kurulacak yapılar eninde sonunda Anadolu’yu hedef alacaktır. Hariciye Politikası Şart Haydar Baş’ın 1999’da altını çizdiği bir başka konu da şuydu: Türkiye’nin güçlü bir hariciye politikası yoktu. O gün söylediği şu cümle hâlâ güncelliğini koruyor: “Heriflerin bize karşı çok ciddi planları var da bizim niye bir şeyimiz yok?” Gerçekten de Türkiye yıllardır günübirlik reflekslerle dış politika yürütüyor. Oysa üniversitelerde, diplomasi geleneğinde, iş dünyasında bu politikaları üretecek insan gücü fazlasıyla var. Sorun, bunların ortak bir devlet politikası haline getirilememesi. ABD’nin misyonerlerini, gönüllü kuruluşlarını göndermeden askerini göndermediğini hatırlatan Haydar Baş, Türkiye’nin de benzer bir stratejik akla ihtiyaç duyduğunu söylüyordu. Bugün Ne Yapmalı? Bugün Irak fiilen parçalanmış, Suriye bölünmüş, Filistin yerle bir edilmiştir. İsrail’in her geçen gün daha saldırgan bir tutum sergilediği, ABD’nin ise bölgedeki planlarını buna göre şekillendirdiği bir ortamda Türkiye’nin “bekle gör” politikası lüksü yoktur. Türkiye’nin menfaati, Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunmaktan geçmektedir. Çünkü bu ülkeler parçalandıkça İsrail’in “Arz-ı Mev’ud” planı adım adım hayata geçiriliyor ve bu da Türkiye’nin Güneydoğu’sunu doğrudan hedef alıyor. Tam da bu nedenle içeride “terörsüz Türkiye” iddiası altında yürütülen süreçler, siyasi davalar ve kutuplaştırıcı gündemler bizi birbirimize düşürmekten başka bir işe yaramıyor. Böylesine dağınık bir toplum yapısı içinde dışarıdan gelebilecek bir saldırı karşısında elimiz kolumuz bağlı kalır. Oysa ihtiyaç duyulan şey, birlik ve beraberliği yeniden tesis etmek, millet iradesini tek vücut hale getirmektir. Ahkâm-ı Hatime Türkiye’nin geleceği için atılması gereken temel adımlar şunlardır: Birlik ve Beraberlik: İçeride toplumsal dayanışmayı güçlendirmek, kutuplaştırıcı gündemleri geride bırakmak. Adalet: Hukukun üstünlüğünü sağlamak, yargının güvenilirliğini yeniden tesis etmek. Ekonomik Bağımsızlık: Milli Ekonomi Modeli doğrultusunda üretime dayalı, dışa bağımlılığı azaltan bir ekonomi inşa etmek. Eğitim: Gelecek nesillere milli kimlik ve bilinç kazandıracak, aynı zamanda çağın bilimsel gerekleriyle donatacak bir eğitim politikası geliştirmek. Hariciye Politikası: Irak ve Suriye’nin bütünlüğünü savunmak, İsrail’in bölgesel emellerine karşı net ve kararlı bir duruş sergilemek. Aksi takdirde, 1999’da dile getirilen sözler yalnızca bir tarihî hatırlatma olarak kalmaz; aynı zamanda kaybedilen bir geleceğin belgesi haline gelir. Benzer Yazılar Kırlangıcın hikayesi Yankı Gece ile Gündüzü Nasıl Ayırt Ederiz? Oruçla? HEMEN PAYLAŞFacebookPinterestTwitterLinkedinEmailWhatsapp