Dil Birliği ve Toplumsal Bütünlük Yüklenme tarihi 28 Kasım 202528 Kasım 2025 Yükleyen Ali Bestami Kepekçi Haberleri izlerken TV’de gördüğüm DEM Parti yetkilisine tepki gösteren teyzenin sözlerine kulak vermek gerekiyor. Çünkü onun anlattıkları, sahadaki gerçeği bütün süslü cümlelerden çok daha net ortaya koyuyor: “Bizim çocuklarımızın bir kısmı toprağın altında, bir kısmı hapiste… Sizin çocuklarınızın bir eli balda, bir eli yağda.” Bu cümle, yıllardır Türkiye’de kimlik merkezli siyasetin gerçekte kimi temsil edip etmediğini ve kimin hangi bedeli ödediğini açık bir şekilde gösteriyor. Bu ülkede sorunlar kimsenin kökenine göre değişmiyor; Türk’ün de derdi aynı, Kürt kökenli vatandaşın da, Laz’ın da, Çerkez’in de… Ortada iki sınıf var: Bir tarafta imtiyazlı ve mutlu bir azınlık; diğer tarafta ise alın teriyle yaşayan, bedel ödeyen geniş halk kitlesi. Bugün Türkiye’nin konuşması gereken gerçek mesele tam da budur. Tam da bu nedenle bugün gündeme getirilen taleplerin — ana dilde eğitim dâhil — toplum yararına mı, yoksa siyasi mühendisliğin bir parçası mı olduğuna dikkatle bakmak zorundayız. Kilis Devlet Hastanesi’nde Suriye’den göçün en yoğun olduğu dönemde anestezi uzmanı olarak görev yapıyordum. Bu süreçte yabancı dilde sağlık hizmetinin etkisi üzerine akademik bir çalışma yaptım. Araştırmanın sonucunda, literatürdeki pek çok uluslararası yayınla aynı sonuç ortaya çıktı: Hasta ile sağlık personelinin dili aynı değilse, memnuniyet de tedavi başarısı da düşüyor. En kritik nokta şudur:Hemşire, hasta ile en çok temas eden kişidir ve tedavi başarısında belirleyici role sahiptir.Eğer hemşire hastayla aynı dili konuşmuyorsa, hasta derdini anlatamaz; hemşire tedaviyi doğru tarif edemez. Bu, tıpta kanıtlanmış bir bulgudur. Burada sorun şudur:Eğer herkes kendi anadilinde eğitim alırsa, sağlık hizmeti başta olmak üzere bütün kamu kurumları işleyemez hâle gelir. Çünkü: Hemşire Kürtçede, doktor Arapçada, teknisyen Türkçede, personel Lazcada eğitim alıyorsa bu hizmeti kim, nasıl koordine edecek? Bu noktada asıl meseleye geliyoruz. Ben Kürtçeye karşı değilim. Arapçaya karşı değilim. Lazca konuşulmasına da karşı değilim.Ancak “ana dilde eğitim”, bir ülkenin bütünlüğünü tehdit eden bir adımdır. Çünkü yarın: “Ben Lazca eğitim isterim.”“Ben Arapça eğitim istiyorum.” ve devamında şu talep gelecektir: “Ben Kürtçe dışında bir dil bilmiyorum; o hâlde bana sadece Kürtçeye göre hizmet veren bir hastane açın.” Burada özellikle şunu belirtmeliyim: Ben mesleğim gereği sadece hastane örneğini verdim.Siz bunu tüm kamu hizmetlerine uyarlayın:mahkemelere, nüfus müdürlüklerine, belediyelere, emniyete, askeriyeye, eğitim kurumlarına… Her kurum farklı dillerde işlem yapmaya çalışırsa sonuç nereye varır? Bu, şehirlerin fiilen ayrışmasına, bölgelerin dil esaslı bölünmesine kadar gider. Bu nedenle diyorum ki: Dil birliği, bir ülkenin birlik ve devamlılığı için vazgeçilmezdir. ABD’ye bakın.Resmî eğitim dili İngilizce’dir.Oysa ülkede milyonlarca kişi İspanyolca konuşuyor. Fakat kimse resmî dili tartışmaya açmıyor. Çünkü: Resmî dil, devletin çimentosudur. Türkiye’de de öyle olmalıdır. Benim söylediğim çok nettir: Vatandaşımız istediği dili konuşsun;ama bu ülkenin resmî dili Türkçedir. Eğer resmî dil yapısını bozarsanız, devletin temel direğini yıkmış olursunuz. Peki bunu neden bu kadar net söylüyorum? Çünkü Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin 2005’te özerklik kazanmasından önce Kerkük ve Musul’da yaşananlar hafızalardadır:Mezarlıklar, nüfus kayıtları, tapu daireleri yok edildi.Amaç Türkmen varlığını silmekti.Bölgeye Kürt nüfusu taşındı, demografi değiştirildi ve özerkliğin zemini hazırlandı. Sonra ne oldu? • Bölgenin kendi bayrağı oldu.• Kürtçe resmî dil ilan edildi.(Dünyada ilk kez bir devlet Kürtçeyi resmî dil olarak kabul etti.) Türkiye’ye yansımaları çok hızlı oldu.Bir dönem Leyla Zana’nın Meclis’te Kürtçe konuşması tutanaklara “bilinmeyen bir dil” olarak geçmişti.Irak’taki resmîleşme sonrası artık TBMM tutanaklarında “yabancı dil” olarak geçmeye başladı. Bugün geldiğimiz noktada Meclis’in resmî sosyal medya hesaplarından Kürtçe paylaşımlar yapıldığını görüyoruz. Bu bir tesadüf değil;bu, Kuzey Irak modelinin Türkiye’ye uyarlanmak istendiğinin göstergesidir. Irak, Suriye ve Anadolu coğrafyası uzun süredir bir laboratuvar gibi kullanılmaktadır. Kuzey Irak’ta ne olduysa, bir süre sonra Türkiye’ye uygulanmak isteniyor. Bu nedenle “dil birliği” meselesi asla basit bir tartışma değildir. Son söz: Dili bölerseniz, toplumu bölersiniz.Toplumu bölerseniz, devleti bölersiniz. Asıl anlatmak istediğim tam olarak budur. Benzer Yazılar Kırlangıcın hikayesi Yankı Gece ile Gündüzü Nasıl Ayırt Ederiz? Oruçla? HEMEN PAYLAŞFacebookPinterestTwitterLinkedinEmailWhatsapp