6 Haziran 2025 Cuma

Anayasa, Kimlik ve Gönül Coğrafyası

Son günlerde Türkiye’de anayasa tartışmaları yeniden alevlenmiş durumda. DEM Parti heyetinden bazı temsilciler, anayasa değişikliği tartışmalarında Almanya’yı örnek göstererek çokkültürlü bir vatandaşlık tanımını savundu. Oysa Almanya’nın Grundgesetz (Temel Yasa) adı verilen anayasasının 116. maddesi açık:
“Alman” tanımı hem Alman soyundan gelenleri hem de çeşitli yasal yollarla Alman vatandaşlığına geçen kişileri kapsıyor. Ancak burada kritik olan, Alman kimliğinin bireyi dışlamayan ama devletin tarihsel sürekliliğini koruyan bir şekilde tanımlanması.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 66. maddesi de çok benzer bir ilkeyi barındırıyor:
“Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.”
Bu ifade, etnik değil hukuki bir aidiyeti tanımlar. Aynı Almanya gibi. Yani sorun ne anayasa maddesinde ne de kimlik tanımında. Sorun, meseleyi yanlış bir yerden tartışmakta.


Hitler Bile Alman Sayılıyorsa…

Konunun daha iyi anlaşılması için bir örnek verelim: Adolf Hitler, Almanya’yı ve Alman ırkını temsil ettiğini iddia eden bir figürdür. Ancak doğum yeri Avusturya’dır. Teknik olarak Alman değildir. Fakat Alman kimliğini benimsemiş, Alman ırkı için mücadele ettiğini savunmuştur.
İşte burada Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene” sözüyle çizdiği çerçeve devreye giriyor. Atatürk, “Türk” tanımını bir ırk mensubiyetinden çok bir aidiyet bilinci olarak kurgulamıştır. Bu, kapsayıcı, birleştirici ve millet olmanın temelidir.


Anayasa Kim Tarafından Yapılır?

Buradaki kilit mesele şudur: Bu Meclis, yeni bir anayasa yapma yetkisine sahip midir?
Cevap açıktır: Hayır.
Yeni anayasa ancak kurucu meclis eliyle yapılabilir. Bunun örnekleri ortadadır:

  • Almanya’da II. Dünya Savaşı sonrası yıkılan rejimin ardından kurucu meclis tarafından yazıldı.
  • Fransa’da, darbe sonrası V. Cumhuriyet kurulduğunda yeni anayasa hazırlandı.

Biz ise ne savaş geçirdik ne yeni bir devlet kurduk. Öyleyse bu Meclis’in yapabileceği şey ancak mevcut anayasa içinde değişiklik yapmaktır, yeni bir anayasa değil.


Davutoğlu, Gönül Coğrafyası ve Kimlik Siyaseti

“Gönül Coğrafyası” kavramı, son yıllarda iktidar çevrelerinde sıkça kullanılmaya başlandı. Bu kavramın fikir babalarından biri Ahmet Davutoğlu. Davutoğlu’nun yazılarında ve konuşmalarında Ulus Devlet yapısı, İslam medeniyetinin önünde bir engel olarak görülüyor.

Örneğin 2001 tarihli “Stratejik Derinlik” kitabında şöyle diyor:

“Ulus devletin eğitim sisteminin İslam medeniyetinin inşa ettiği ben-idrakini etkisizleştirmesi mümkün olmamışsa da yine de genç kuşaklar üzerinde ‘tarihsizleşme’ ve ‘sahte-benlik’ oluşumu gibi menfi tesirler bırakmıştır.” (Davutoğlu, A. (2001). Stratejik Derinlik: Türkiye’nin Uluslararası Konumu. İstanbul: Küre Yayınları. Sayfa:59)

Yani, Davutoğlu’na göre “Ulus devletin eğitim sistemi İslam medeniyetinin inşasını engelliyor ve genç kuşaklarda sahte benlik oluşmasına neden oluyormuş.”

Bu anlayış, açık şekilde ulus-devlet modeline karşıdır. Bu nedenle, bugün yapılan anayasa tartışmalarının özünde yalnızca hukukî değil, aynı zamanda ideolojik ve kültürel bir dönüşüm projesi yatmaktadır.


Eğitimde Laiklikten Gönül Coğrafyasına Geçiş

2018 yılında liselerdeki Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi kitaplarına “Gönül Coğrafyamız” adlı yeni bir ünite eklendi. Aynı yıl, laiklik kavramı kitaplardan sistematik olarak çıkarıldı. 11. sınıf kitabında laiklik yalnızca, “Devlet yönetiminin dini referans almaması” şeklinde tanımlanarak indirgenmişti.

Halbuki laiklik sadece bir “din dışılığı” değil, aynı zamanda dini özgürlüklerin teminatıdır. 2018 sonrası yapılan bu değişiklikler, laiklik ilkesinin bilinçli bir şekilde zayıflatılması anlamına gelmektedir.

Dert Dini Araçsallaştırmak

Yeni anayasa tartışmalarını “İslamcı bir ümmetçilik vizyonu” şekliyle açıklamak kolaycı ve eksik bir değerlendirme olur. Asıl amaç, dini söylem ve kavramları iktidarın meşruiyetini pekiştirmek için kullanışlı birer araç haline getirmektir. Bu süreçte İslam dini ciddi şekilde yıpratılmış, toplum nezdinde bir yorgunluk ve güvensizlik oluşmuştur.  

Gerçek bir anayasal düzende dinin de devletin de kendi alanı bellidir. Anayasa, dini özgürlükleri teminat altına alırken dini, siyasi iktidarın propaganda aracı olmaktan da korumalıdır.


Son Söz

Yeni anayasa tartışmaları, sadece teknik bir düzenleme değil; Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerini ve rejim yapısını ilgilendiren köklü bir meseledir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde kurulan laik, üniter ve ulus-devlet esasına dayanan Cumhuriyet rejimi, tarihsel bir toplumsal uzlaşmanın ürünüdür.
Bugün önerilen değişiklikler ise bu yapıyı aşındırma ve yerine farklı bir rejim inşa etme niyetini düşündürmektedir.

Böylesine köklü bir dönüşüm ancak kurucu bir irade ve geniş bir toplumsal mutabakatla mümkün olabilir. Mevcut Meclis’in bu kapsamda bir yetkisi ve meşruiyeti bulunmamaktadır.

Bu nedenle sorumluluk yalnızca muhalefet partilerine değil; başta sivil toplum olmak üzere, Türkiye’nin geleceğiyle ilgilenen tüm vatandaşlara da düşmektedir. Herkesin, sürecin yönü ve içeriği hakkında duyarlı olması ve demokratik kanallar aracılığıyla görüşlerini ifade etmesi büyük önem taşımaktadır.

Milletin ortak iradesine dayanmayan bir anayasa girişimi demokratik meşruiyet kazanamayacaktır. Rejimin temel ilkelerinde köklü değişiklikler hedefleniyorsa, bu ancak halkın onayı ve katılımıyla gerçekleşebilir.

Benzer Yazılar
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Oldest
Newest Most Voted
Inline Feedbacks
View all comments
Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi