8 Temmuz 2025 Salı

Atatürk’ü Din Düşmanı Gibi Göstermeye Çalışanların Asıl Derdi Nedir?

Günümüzde din, siyasal iktidarın en etkili araçlarından biri hâline gelirken; muhalefet ise bu alanda hâlâ net bir tutum ortaya koymakta zorlanmaktadır. Leman Dergisi’ndeki karikatür olayı bu bağlamda çarpıcı bir örnektir. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in yaptığı açıklamada, Hz. Muhammed’e hakaret edilmesine karşı çıkarken, Leman’ın İsrail karşıtı duruşuna da sahip çıkması; toplumun dini hassasiyetlerine yönelik “denge siyaseti” yapıldığını düşündürmektedir. Ancak bu tür açıklamalar, İslam toplumunun peygamber tasavvurunu yeterince kavrayamayan bir tutumun işaretidir.

Burada asıl mesele şudur: Din istismarcılarına alan açmak, onları “inancın yegâne temsilcisi” olarak meşrulaştırmaktır. Oysaki Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, bu milletin inanç değerlerini modernleşme ile çatıştırmadan, birlikte yaşatmayı başarmış bir liderdir. Eğer siz bu hakikati görmezden gelir, Atatürk’ü dinle kavgalı bir figür gibi sunarsanız; laikliği “dinsizlik” olarak lanse eden siyasal İslamcı söylemin değirmenine su taşımış olursunuz.

Tam da bu noktada, BTP Genel Başkanı Hüseyin Baş’ın şu sözleri tarihsel bir uyarı niteliğindedir:

“Türkiye’de huzur içinde yaşanmasını istemeyen aşırı uç iki tarafın da buluştuğu nokta şudur: Atatürk dinsizdir! Hakikat bunun tam tersidir. Eğer İslam dinine birisi hizmet etmişse, o hizmeti en çok yapan kişi Atatürk’tür. Eğer Türklüğe hizmet edilmişse, onu da en fazla yapan Atatürk’tür. Antiemperyalist duruşun en güçlü temsilcisi yine Atatürk’tür.”

Bu ifadeler yalnızca tarihî bir hakikati değil, günümüzde Atatürk üzerinden üretilen sinsi algı operasyonlarının da panzehirini sunmaktadır.

Nitekim Atatürk’e yönelik “din karşıtı” ve “Kürt düşmanı” algısı yalnızca iç politik aktörlerin ürünü değildir. 1930’lu yıllarda Almanya’da yayımlanan bazı metinlerde, özellikle hilafetin kaldırılması ve doğudaki aşiret yapılarının tasfiyesi gerekçe gösterilerek Atatürk hedef alınmıştır. Bu metinlerde, İngiliz istihbaratına çalışan çevrelerin etkisiyle, Kemalist Cumhuriyet’in “İslam karşıtı” ve “Kürtleri dışlayan” bir rejim gibi sunulmaya çalışıldığı görülmektedir. Bu bağlamda, Alman diplomat Kurt Ziemke’nin 1930 yılında yayımlanan Die Neue Türkei (Yeni Türkiye) adlı kitabı dikkat çekicidir. Eserde, İngilizlerin Kemalist rejimi din ve etnik kimlikler üzerinden itibarsızlaştırmak amacıyla yürüttüğü propaganda faaliyetleri açık biçimde ortaya konmaktadır. Amaç açıktır: Türkiye’de millî egemenliği temsil eden Cumhuriyet’i, halkın inançlarıyla çatışan bir yapı gibi göstermek ve Atatürk’ü değersizleştirerek millî mücadeleyi bölmektir.

Bugün de benzer bir mühendislikle karşı karşıyayız. Leman olayı sonrasında ortaya çıkan tepkilerde; bir yandan Atatürkçülük adına dine, diğer yandan dindarlık adına Atatürk’e saldıran iki aşırılığın karşılıklı beslenmesi dikkat çekmektedir. Oysa Türkiye’nin birliğine kasteden odaklar, bu karşıtlıkların her ikisinden de faydalanmaktadır. Atatürkçü de dindar da bu ülkenin asli unsurudur; biri olmadan diğeri de eksik kalır.

Tüm bu yaşananların ardından Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın gerek konuşmasında gerekse Atatürk’ün meclise gönderdiği telgrafı da eklediği sosyal medya paylaşımında “Türkiye’yi kuran irade budur” demesi, çok güzel bir adımdır. Hukukçu Mustafa Hayri Ergan’ın Meltem TV ekranlarında ifade ettiği gibi, “geç kalınmış” bir adımdır. Zira Sayın Erdoğan’ın, Atatürk düşmanı açıklamalarıyla bilinen —hatta “Keşke Yunan galip gelseydi” diyen— ismi hastanede ziyaret etmesi, hâlâ dimağlarımızda tazeliğini korumaktadır. O dönemler halkın vicdanı bu ziyaretlerle derin şekilde yaralanmıştır.

Bugün geldiğimiz noktada, “ateş kapıya dayandığında” Mustafa Kemal Atatürk’e sarılma mecburiyetinin doğduğu açıktır. Fakat bu sahiplenmenin sahici olabilmesi için yalnızca sembollere değil, Atatürk’ün bıraktığı fikrî ve kurumsal mirasa da sahip çıkmak gerekir.

Yine Sayın Ergan’ın tavsiyesini biz de tekrarlayalım:

“Sayın Cumhurbaşkanlığı danışman ve kurmaylarının, Prof. Dr. Haydar Baş’ın ‘Hoş Geldin Atatürk’ adlı eserini dikkatle okumaları faydalı olacaktır.”
Zira bu eser, Atatürk’ün Müslüman halkın inanç özgürlüğünü nasıl koruduğunu; Caferî’sinden Sünnî’sine, Alevî’sinden Hanefî’sine kadar herkesin kendi inancı içinde özgürce yaşamasının teminatı olan laiklik ilkesini nasıl bir “birlik şifresi” hâline getirdiğini ilmî delillerle ortaya koymaktadır.

Mesele Atatürk’ün şahsı değil, onun temsil ettiği cumhuriyet, millî egemenlik ve bağımsızlıktır. Onu hedef tahtasına koyarak aslında milletin kendi kaderini tayin etme iradesi hedef alınmaktadır.

Bu nedenle biz, bizi millet yapan değerlerimize; örf, adet, gelenek, görenek, dil, din ve kültürümüze hep birlikte sahip çıkmalıyız. Çünkü bu değerler ne bir partinin tekelindedir ne bir ideolojinin. Bu değerler, bu milletin ruh köküdür.


Ahkâm-ı Hatime

Mustafa Kemal Atatürk’ü dinden soyutlayarak Cumhuriyet’i gayrimeşru göstermek isteyenler ile, dini siyasallaştırarak Cumhuriyet’in temelini oymaya çalışanlar aynı hedefe hizmet etmektedir:

Türk milletinin tarihsel hafızasını silmek, ortak değerlerini çatıştırmak, “biz” duygusunu parçalamak…

Oysa Atatürk, bu milleti bağımsızlık uğruna ayağa kaldıran ve o bağımsızlığı İslam’ın ruhuyla barıştıran bir liderdir. O, İslam coğrafyasının da Batı karşısındaki direniş mirasına omuz vermiştir. Cumhuriyet, bu topraklarda sadece bir rejim değil; aynı zamanda inançların, kimliklerin ve değerlerin birlikte yaşamasının adıdır.

Bugün yaşadığımız her gerilim, bu birlik fikrinin zayıflatılmasıyla ilgilidir. Alevî’sini, Sünnî’sini, Caferî’sini, Türk’ünü, Kürt’ünü, dindarını ve Atatürkçüsünü karşı karşıya getirmek isteyen senaryoların amacı; birlik değil, bölünmedir.

Bu nedenle ne dindarlık adına Cumhuriyet’e, ne Atatürkçülük adına inanca savaş açılmasına izin veremeyiz.
Bizim yeminimiz, bizi biz yapan değerlere bağlılıktır.
Bu toprağın mayasıdır hem tevhid hem hürriyet.

Benzer Yazılar
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Oldest
Newest Most Voted
Inline Feedbacks
View all comments
Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi