30 December 2025 Tuesday

Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi

PKK Bitti mi, Yeni Anayasa Gerçek Gündem mi?

“PKK bitti” söylemiyle kamuoyu oyalandı, ama gerçek sahada başka türlü gelişti. Türkiye içindeki silahlı varlık sınır ötesine kaydırılırken, ABD destekli yapılar kurumsallaştı. İktidar cephesinden gelen çelişkili açıklamalar, halkın geçim ve adalet beklentilerinin önüne “yeni anayasa” tartışmalarını koydu. Oysa toplumun asıl ihtiyacı, güçlü bir anayasa değil, güven veren bir yönetim anlayışıdır.

Zaman Makinesiyle Geri Gitsek, Neleri Değiştirirdik?

Bu yazı, Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı kimlik temelli bölünmelerin, mezhep merkezli çatışmaların ve toplumsal refleks kayıplarının arka planına ışık tutuyor. Mustafa Kemal Atatürk’ün millî birlik ve barış eksenli politik vizyonu zamanla aşındı; Prof. Dr. Haydar Baş’ın uyarıları ise dikkate alınmadı. 1990’lardan itibaren mezhepçi vekâlet savaşlarına zemin hazırlayan gelişmeler, Suriye kriziyle birlikte derinleşti. Bu süreçte Dinlerarası Diyalog projeleri, toplumun dinî reflekslerini zayıflatırken, millî-manevî değerlerin altı oyuldu. Haydar Baş’ın Ehl-i Beyt merkezli tevhid çağrısı, sadece inanç değil aynı zamanda toplumsal barış için de stratejik bir çıkıştı. 15 Temmuz sonrası ortaya çıkan gerçekler, bu uyarıların ne kadar isabetli olduğunu göstermiştir. Şimdi geriye dönüp sormak gerekiyor: Zaman makinesiyle geri gitsek, gerçekten bir şeyler değiştirir miydik?

Yeni Anayasa: 400 Vekil mi, Referandum mu?

1 Mart Tezkeresi örneği, geçmişte Meclis’in halk iradesiyle çelişmeyen bir tutum takınarak Türkiye’yi krizden kurtardığını gösteriyor.

Bugün yürütülen “Yeni Anayasa” süreci, teknik açıdan disiplinli ama halkın çıkarları açısından tartışmalıdır.

İktidar, 400 vekil sayısına ulaşmak istiyor; Uçum’un “referandum” açıklaması ne anlama geliyor?
Bu süreç, psikolojik ve toplumsal mühendislik yöntemleriyle halkı ikna etmeyi hedefliyor olabilir.

Son gelişmeler, halkta tedirginlik yaratmakta; bu nedenle süreçte şeffaflık ve toplumsal meşruiyet şarttır.

CHP’nin tavrı muğlak; hem direnç gösteriyor hem de yer yer iktidarın söylem alanına sıkışıyor.

Saraçhane örneği, halkın siyaset sınıfının önüne geçtiğini gösteriyor.

Asıl görev, halkın taleplerini önceleyen, ilkeye dayalı, özgün bir siyaset üretmektir.

Zamanı Gelince Konuşanlar: Vakit Geldi mi?

Bu yazı, Bahçeli’nin “Kürt/Alevi Cumhurbaşkanı Yardımcısı olabilir” sözünün aylar sonra gündeme taşınmasını ve ardından gelen örtük teyitleri değerlendirerek, siyasette planlı bir senaryonun parça parça işletildiğini tartışmaktadır. Yazı, çözümün millet iradesinde ve üniter devlet çizgisinde olduğunu savunmaktadır.

Kimlik Değil Millet, Proje Değil Gerçeklik

Bu yazı, Türkiye’de “Kürt sorunu” adı altında yürütülen tartışmaların aslında etnik bir kimlik meselesi değil, tüm vatandaşları etkileyen yapısal sorunların istismarından ibaret olduğunu savunuyor. Adalet, liyakat ve ekonomik eşitsizlik gibi sorunlar etnik kökenden bağımsız şekilde herkesi etkilerken, bazı odaklar bunları özellikle “Kürt sorunu”na indirgemekte. Bu yaklaşım, dış destekli projelerle çok kimlikli anayasa, özerklik ve federasyon taleplerine zemin hazırlamakta. Oysa çözüm, etnik pazarlıklarla değil; Atatürk’ün, Prof. Dr. Haydar Baş’ın ve Hüseyin Baş’ın savunduğu eşit yurttaşlık ilkesine dayanan milli projelerle mümkündür. “Kürt ile Türk’ün arasında bir sorun yoktur; sorun bu kardeşliği projelere kurban etmek isteyenlerdedir.”

Kürt Kalemiyle Çizilen Harita: Irak’ta Oldu, Türkiye’de Neden Olmasın?

Irak’ta 2005 Anayasası’yla Kürt kimliği resmî düzeyde tanındı, Kürtçe resmî dil oldu. Ancak bu süreç, federalizm maskesi altında Irak’ın parçalanmasına, Türkmenlerin silinmesine ve etnik kimliklerin anayasal kurucu unsur haline getirilmesine yol açtı.

Türkiye’de de benzer söylemler (“ana dilde eğitim”, “sivil anayasa”, “kimlik temsili”) devreye alınıyor. Dış destekli vakıflar ve STK’lar, görünürde kültürel çoğulculuk üzerinden etnik merkezli projeler yürütüyor. PKK ve diaspora yapıları Lozan’a karşı açık pozisyon alıyor.

ABD ise Kürtleri değil, Kürt kimliğini kalem gibi kullanarak Ortadoğu’yu yeniden şekillendiriyor.

Harita “Kürt kalemiyle” çiziliyor, ama eldeki yön ABD’nin.

Türkiye’de asıl sorun etnik kimlikler değil, herkesin ortak yaşadığı adaletsizlik ve eşitsizliktir. Çözüm; ayrışma değil, hukuk içinde eşit vatandaşlıktır. Irak’ta olan, “sivil anayasa” bahanesiyle Türkiye’ye taşınmak isteniyor.

Mezheple Değil, Vicdanla Yürüyelim

Bu yazı, Türkiye’de son dönemde öne çıkan ümmetçilik ve mezhebi temsiliyet tartışmalarını ele alıyor. Erdoğan ile Özgür Özel arasında geçen “ümmet” merkezli polemik üzerinden başlayan değerlendirme, mezhepler üzerinden yapılan yeni siyasi tasarımların tehlikelerine dikkat çekiyor. Suriye’de uygulanan modelin Türkiye’ye uyarlanmak istenmesi, “Lübnanlaşma” benzeri bir sürecin habercisi olarak görülüyor. Yazı, çözümün mezheple değil, vicdan temelli bir adalet anlayışıyla mümkün olabileceğini vurguluyor.

Bahçeli’nin “Alevi Kürt Temsili” Önerisi

Bu yazı, son dönemde Türkiye’de dillendirilen “temsiliyet” odaklı siyasi önerilerin, yüzeyde bir hak arayışı gibi görünse de aslında Türkiye’nin bir sistem değişikliğine doğru adım adım sürüklendiğini ileri sürmektedir. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Alevi ve Kürt Cumhurbaşkanı Yardımcıları önerisi, Sevr Antlaşması’ndaki etnik-temelli temsiliyet modelini çağrıştıran bir zihniyete işaret etmektedir.

Yazının merkezinde, 2013–2015 Akil İnsanlar sürecinde yer almış olan KYB Politbüro üyesi Abdurrahim Semavi’nin 2024–2025 yıllarında yaptığı açıklamalar yer almakta; bu açıklamalar, Suriye’de hazırlanmakta olan anayasanın, Türkiye’deki bazı yerel yönetim reformlarıyla paralel olarak kurgulandığını ortaya koymaktadır. Semavi, Kürtlerin temsiliyet adı altında Suriye’de kabineye dahil edileceğini ve Türkiye’de düşünülen modelle benzerlikler taşıyan bir yapının oluşturulacağını açıkça belirtmektedir. Bu bağlamda valilerin seçimle gelmesi, meclislerin güçlendirilmesi gibi başlıkların Türkiye’de gündeme taşınması, “laboratuvar” olarak nitelendirilen Suriye’den “ithal” bir modelin işaret fişekleri olarak yorumlanmaktadır.

İsrail’in Kürt ve Dürzi Hamlesi

📌 Ortadoğu yeniden şekillenirken Türkiye hangi oyunun parçası?
İsrail’in azınlık stratejisi, ABD’nin SDG’ye desteği ve “Terörsüz Türkiye” söylemi…
Asıl mesele ekonomi mi, güvenlik mi, yoksa yeni haritalar mı?

📉 Halk geçim derdinde, siyaset başka hesaplarda.
📍 Büyük İsrail projesi adım adım mı işliyor?

🔗 Yazının tamamı için göz atın.

İdamdan Müzakereye: Bir Sürecin Sessiz Yürüyüşü

Bir dosya sümen altı edildiğinde sadece bir karar değil, bir gelecek şekillendirilir.
2000 yılında alınan “bekletme” kararı, aslında bugünün “yeni çözüm süreci”nin temellerini o gün attı. Öcalan’ın idam edilmemesi, bugün DEM’in, HDP’nin, İmralı’nın meşru aktör olarak konuşmasına alan açtı. Çözüm süreci 2009’da değil, 1999’da başladı.

Haydar Baş’ın “Bir defa dünyaya geldim, bunu da satmam” diyerek reddettiği tezgâha, başkaları masa kurdu, rıza gösterdi, ortak oldu. Bugün aynı eller “devlet aklı” diye takdim ediliyor.

Barışın Bedeli Ne Olacak?

“Terörsüz Türkiye” adı altında yürütülen süreç, sadece silahların susmasıyla sınırlı değil; kimlik, anayasa ve bağımsızlık anlayışının yeniden tanımlandığı bir dönüştürme girişimidir.
Prof. Dr. Haydar Baş’ın 2003’te yaptığı uyarılar bugün bire bir yaşanıyor:
Barış adı altında egemenlik mi devrediliyor?
Silah sustu, ama kim konuşuyor?
Barışın bedeli ne olacak?

Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi