30 Haziran 2025 Pazartesi

NATO Savunma Harcaması Kararı ve Türkiye: Güvenlik mi, Bağımlılık mı?

NATO Lahey Zirvesi’nde 2035 yılına kadar GSYİH’nin %5’inin savunma harcamalarına ayrılması kararı, kağıt üzerinde güvenlik artırımı gibi görünse de, gerçekte çoğu NATO ülkesi için yeni bir dış bağımlılık tuzağıdır. Bu karar, silah üretiminde dünyanın başını çeken ABD savunma sanayii şirketlerinin pazar alanını genişletmesi anlamına geliyor. Aslında bu, bir ittifak güvenliği kararından öte, bir pazar stratejisidir.

Bu süreçte, özellikle ABD’nin F-35 programında yaşadığımız tecrübe çarpıcı bir ibrettir. 2002’de ortak olduğumuz bu program için 1,4 milyar dolar ödeme yaptık, uçakların parçalarını ürettik. Ancak Rusya’dan S-400 alımımız bahane edilerek programdan 2019’da çıkarıldık. Ödediğimiz para geri verilmedi, uçaklar teslim edilmedi.

Bu sadece bir teknik uyumsuzluk krizi miydi? Hayır. Bu, “stratejik bağımsızlık arzusu” gösteren her aktöre verilen kolektif bir uyarıydı. F-35’i alamayan Türkiye, alternatif olarak F-16 Block 70 uçakları ve modernizasyon kitleri satın almak zorunda kaldı. Satış onaylandı ancak yine yıllarca süren bir “izin” süreci yaşandı.

Şu soruyu sormak zorundayız: Biz neden kendi uçağımızı üretemiyoruz? KAAN adı altında yürütülen 5. nesil milli muharip uçak projesi umut verse de henüz yeterli değil. Motoru ABD menşeili (F110-GE-129), radarı test aşamasında, silah sistemleri entegre değil. Kendi radarımız, kendi motorumuz, kendi algoritmamız olmadan bu uçak, “tam bağımsız” sayılamaz.

Türkiye bugün itibariyle savunma harcamalarına GSYİH’sinin yaklaşık %2.1 ila %2.3’ünü ayırıyor. Bu oran, NATO ortalamasının altında değil; ancak %5 gibi bir seviyeye çıkması, mevcut harcamaların 2–2.5 kat artması anlamına gelir.

Mevcut savunma harcamalarının %40–45’i ithalata dayalı. Yerli savunma sanayii ürünleri artmakla birlikte, özellikle radar, motor, yazılım ve çip tabanlı parçalarda bağımlılık sürmektedir.

2024 yılında Türkiye’nin toplam savunma ve havacılık ihracatı 7,1–7,2 milyar dolar ile rekor seviyeye ulaştı. Baykar bu rakamın yaklaşık 1,8 milyar dolarını tek başına gerçekleştirdi. Aselsan, Roketsan, TUSAŞ gibi şirketler de ihracatın önemli paydaşlarıdır.

İhracatın yaklaşık %70–80’i özel sektör tarafından gerçekleştirilmekte, devlet kuruluşlarının (ASFAT, MKE) doğrudan payı sınırlı kalmaktadır.

Dışa bağımlı şekilde savunma masraflarını artırmak, cari açığı derinleştirir, döviz üzerindeki baskıyı artırır ve enflasyonu tetikler. Bu harcamalar, kamu bütçesinde sosyal hizmetlere ayrılan kaynakları da kısabilir.

NATO’nun yeni savunma harcama taahhüdü, ithalata bağımlı ülkeler için adeta bir “borç tuzağı“dır. Artan savunma harcamaları, yürürlükteki ithal silah stratejisiyle sadece ABD ve AB savunma sanayilerine katkı sağlayacaktır. Yerli uçağı, yerli hava savunma sistemini, yerli radarı geliştirmezsek, bu harcamalar sadece başkalarının kasasını doldurur.

İran’ın, İsrail’in Demir Kubbe sistemlerini delerek nokta atışı yapan ultrasonic füze yeteneği olmasaydı ne ABD ne de İsrail masaya otururdu. Güç, kendi milli kabiliyetinle gelir. Türkiye de benzer caydırıcılığı sağlamak istiyorsa “satın alan” değil, “tüm sistemlerini üreten” bir devlet olmak zorunda.

Bu tabloyu tamamlayan bir başka sembol de, son dönemde NATO Zirvesi’nde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile eski ABD Başkanı Donald Trump’ın yan yana, gülümseyerek verdiği fotoğraflardır. Bu görseller, kamuoyuna olumlu bir diplomatik iklim görüntüsü sunsa da perde arkasında çok daha ciddi bir gerçeğe işaret eder: Türkiye, NATO’nun yeni harcama taahhüdü doğrultusunda yeniden Amerikan silah pazarına yönlendirilmektedir. Trump’ın “daha çok harcayın” baskısı altında gülümsemek, ne yazık ki bu ithalatçı yönelimi meşrulaştıran bir jest halini alabilir.

Bu bağlamda, ABD Büyükelçisi Tom Barrack’ın “Türkiye ile F-35 sorununun yıl sonuna kadar çözüleceğine inanıyorum” ifadesi de dikkatle okunmalıdır. Bu tür açıklamalar, bir iyi niyet mesajı gibi sunulsa da akıllara şu soruyu getiriyor:

Acaba bu çözüm söyleminin arkasında yeni bir özel talep ya da stratejik beklenti mi var?

Daha fazla savunma harcaması ve dışa bağımlı tedarik yapısına sadakat mi isteniyor?

Türkiye’nin bu tür sözlü teminatlar karşısında yeniden beklenti içine sokulması, kendi üretim kapasitesini ikincil plana atmasına yol açabilir.

Satın alma politikaları üzerinden değerlendirildiğinde, savunma sanayii ürünlerinin büyük kısmı için peşin ödeme yapılmasına rağmen, teslimatların jeopolitik konjonktüre bağlı olarak riske girmesi mümkündür. Yani, dünya gündeminin her gün değiştiği bir ortamda, parasını ödediğimiz sistemleri teslim alıp alamayacağımız her zaman belirsizdir. Bu da bizi, ürün satın aldığımız ülkelere ekonomik anlamda olduğu kadar politik olarak da bağımlı kılar. Sonuçta bu bağımlılık, sadece savunma teknolojilerinde değil, dış politika tercihleri ve ittifak stratejilerinde de belirleyici olmaya başlar. Türkiye açısından bu durum, NATO’ya ve özellikle ABD’ye olan yapısal bağımlılığı artırmakta, stratejik özerklik alanını daraltmaktadır.

Ahkâm-ı Hatime:

• Savunma stratejilerinde belirleyici olan unsur, kiminle dost olduğumuz değil; neyi kendimiz üretebildiğimizdir.
• Dostluklar geçici, teknoloji kalıcıdır.
• Türkiye, kendi silahını, radarını, motorunu yapamıyorsa; hangi bloğa dâhil olursa olsun, o bloğun pasif bir tüketicisi olarak kalacaktır.
• Mesele savunma harcamalarını artırmak değil, bu harcamaları yerli üretimle anlamlı ve kalıcı hale getirmektir.

Yerli savunma sanayii, sadece bir ekonomi başarısı değil; milli egemenliğin en kritik teminatıdır.

Kaynaklar:

  • Congressional Research Service, 2023
  • NATO Summit Declarations, 2024
  • DefenseNews, “F110 Engine & KAAN Program Report”, 2023
  • Anadolu Ajansı, “ABD Büyükelçisi Tom Barrack’la Söyleşi”, Haziran 2025
  • TAI Resmi Yayınları, 2024
  • Türkiye Savunma Sanayii Performans Raporu 2023 (SSB)
  • SIPRI Military Expenditure Database 2024
  • TÜİK Savunma İhracat Verileri, 2023–2024
  • DefenseTurkey & Savunmasanayist, 2025
Benzer Yazılar
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Oldest
Newest Most Voted
Inline Feedbacks
View all comments
Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi