PKK Bitti mi, Yeni Anayasa Gerçek Gündem mi? Yüklenme tarihi 28 Temmuz 202528 Temmuz 2025 Yükleyen Ali Bestami Kepekçi Bundan kısa bir süre öncesine kadar iktidar kanadında sıkça dile getirilen söylem şuydu: “PKK’yı tamamen bitirdik.” Hatta açıklamalarda, Türkiye sınırları içinde kalan PKK’lı sayısının 80–85’i geçmediği ifade ediliyordu. Oysa bugün aynı yapının “silah bırakma” gündemine tanık oluyoruz. Resmî açıklamalara göre, 2 bin PKK mensubu Suriye’ye geçerek ABD destekli SDG’ye katılmış durumda. Dün “PKK yok” denilen yerde, bugün “iki bin kişi” den bahsediliyor. Bu tablo, örgütün Türkiye’yi fiilen terk etmiş görünmesine rağmen, ABD’nin “kara gücümüz” dediği yapı altında Suriye’de yeniden örgütlendiğini göstermektedir. Silah bırakma töreninin Türkiye’de değil, Kuzey Irak’ta gerçekleştirilmesi de bu dönüşümün sembolik bir ifadesidir. O hâlde şu sorular kaçınılmazdır: Madem örgüt Türkiye’de yoktu, neyin müzakeresi yapılıyor? Eğer tehdit sona ermişse, bu süreç neden başlatıldı? Yok eğer tehdit devam ediyorsa, bugüne kadar kamuoyuna neden aksi söylendi? Bir Sürecin İtirafı: Bahçeli’nin Sözleri Ne Anlatıyor? Bu sorular yalnızca siyasi tutarlılığı değil, aynı zamanda yürütülen güvenlik stratejisinin inandırıcılığını da sorgulatmaktadır. Gelinen noktada, PKK’nın Türkiye içindeki silahlı varlığını sınır ötesine taşıdığı ve uluslararası destekle kurumsallaşma sürecine girdiği görülmektedir. Bu nedenle “PKK bitti” ya da “PKK silah bırakıyor” şeklindeki açıklamalar, sahadaki gerçekliklerle örtüşmeyen bir tablo çizmektedir. Oysa asıl tehdit, biçim değiştirerek Türkiye’nin güney sınırında kalıcı ve organize bir yapıya dönüşmektedir. Nitekim bu tabloya dair son işaret, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin açıklamalarıyla bir kez daha teyit edilmiştir. Bahçeli, Suriye’deki PKK uzantısı YPG ve onun siyasi kanadı PYD’yi “Terörsüz Türkiye” sürecini ağırdan almakla eleştirmiş; bu durumu “gelişmeleri sakatlama arayışı” olarak nitelendirmiştir. Bu tespitin şaşırtıcı bir yönü yoktur; çünkü daha önce bizzat hükümet yetkilileri, örgütün Suriye’ye kaydırıldığına ilişkin bu tabloyu kamuoyuna duyurmuştu. Bu gelişmeler karşısında kamuoyunda doğal olarak şu sorular gündeme geliyor: Sürecin bu yöne evrileceği önceden öngörüldü mü? Yoksa Türkiye, stratejik belirsizliklerin doğurduğu karmaşık bir denklemin içine mi çekilmektedir? Dahası, Bahçeli’nin “PKK’nın kurucu önderliği tarafından yapılan 27 Şubat tarihli çağrı tüm yapılar için bağlayıcıdır” ve “MHP açısından da dikkate alınması gereken asıl çağrı budur” ifadeleri, konunun artık sadece bir güvenlik meselesi değil, aynı zamanda stratejik yönelim meselesi hâline geldiğini göstermektedir. Meclis’te kurulan komisyonun “altın bir fırsat” olarak tanımlanması da bu yönelimin anayasal zemine taşınma ihtimalini düşündürmektedir. Ancak biz hâlâ aynı soruyu sormaya devam ediyoruz: Dün “PKK yok” denilen noktada, bugün neyin müzakeresi yapılıyor? Eğer mesele sadece Türkiye sınırları içindeki yapılarla sınırlı değilse, o hâlde sınır ötesinde hızla meşrulaşan bu yapılar karşısında neden gerekli siyasi ve diplomatik tepkiler zamanında gösterilmediği de açıklanmalıdır. Üstelik bu sürecin bu noktaya evrileceği başından beri belliyken, “kervan yolda düzülür” anlayışıyla hareket edilmesi, hem içeriden gelen uyarıların hem de basın ve muhalefet çevrelerinden yükselen eleştirilerin göz ardı edildiğini göstermektedir. Gerçek Gündem: Geçim, Adalet ve Liyakat İşte bu çelişkili tablo içinde şimdi bir de yeni anayasa tartışmaları gündeme geliyor. Oysa halkın gerçek gündemi geçim derdi, adalet talebi ve liyakatli yönetim ihtiyacıdır. Yeni anayasa tartışmaları, kamuoyunun öncelikli sorunları olan bu üç alandaki beklentilerin gölgesinde yürütülmektedir; bu da toplumda gündem önceliklerinin sorgulanmasına yol açmaktadır. Hükümet ne kadar farklı başlıklarla dikkat dağıtmaya çalışsa da halkta yangın var: yoksulluk, işsizlik, adaletsizlik… Biz sahadayız, piyasadayız; her gün, her an bu gerçekliği yaşıyoruz. Bugün araba almak istiyorsanız, bir kendinize, iki de vergi dairesine alıyorsunuz. ÖTV zamları, gelir dağılımındaki adaletsizlik, gençlerin işsizlik çıkmazı… Bunlar çözülmeden “yeni anayasa” demek, toplumun gerçek gündemini görmezden gelmektir. Peki çözüm ne? Türkiye’nin gerçekten yeni bir anayasaya ihtiyacı var mı? Hukuk işliyor mu? Adalet var mı? Bu soruların cevabı verilmeden yürütülen anayasa tartışmaları eksik ve temelsiz kalır. Mecliste 400 milletvekili “evet” dese ne olur? 550’si aynı anda onaylasa ne fark eder? Anayasa dediğiniz şey, toplumsal mutabakat metnidir; sadece çoğunluk oyuyla değil, ortak vicdanla şekillenmelidir. Gerçek bir anayasa için öncelikle özgür ve çoğulcu bir tartışma ortamı gerekir. Akademik çevreler, üniversiteler, meslek odaları, sendikalar, kadın ve gençlik örgütleri bu sürece aktif olarak katılmalıdır. Hangi maddeler neden değişiyor, hangi modellerden ilham alınıyor, tüm bunlar toplumla açıkça paylaşılmalıdır. Gazetelerde, televizyonlarda, seminerlerde kamuoyu bilgilendirilmelidir. Oysa bugün böyle bir ortamdan söz etmek mümkün değil. Mevcut plana göre, belirlenecek 100 milletvekiliyle oluşturulacak bir komisyonla anayasa hazırlanması öngörülüyor. Bu yapı ne temsiliyet açısından yeterli ne de içerik üretimi bakımından sağlıklıdır. Geniş tabanlı bir anayasa konvansiyonu kurulmadıkça, bu süreç inandırıcı olmayacaktır. Dahası, referandum gündeme gelecekse, yarışın adil olması şarttır. Sayın Hüseyin Baş’ın TRT’ye çıkıp görüşlerini özgürce dile getirebildiği bir ortam olacak mı? Sayın Ümit Özdağ ya da Sayın Musavat Dervişoğlu konuşabilecek mi? Yoksa fikir beyan edenler “sürece zarar veriyor” bahanesiyle susturulacak mı? Gerçek bir meşruiyet, yalnızca son aşamada halkın onayına başvurmakla değil; sürecin tüm aşamalarında halkla birlikte yürümekle mümkündür. Ahkâm-ı Hatime Türkiye’nin önünde duran mesele sadece bir anayasa yazmak değil, hangi saikle, kimlerle ve ne zaman yazılacağıdır. PKK’nın biçim değiştirerek sınır ötesinde yeniden örgütlendiği bir dönemde, bu yapılarla eşzamanlı yürütülen anayasa süreci toplumun geniş kesimlerinde haklı bir kuşkuya neden olmaktadır. Toplumun gerçek gündeminin geçim, adalet ve liyakat olduğu açıktır. Bu meseleler çözülmeden yapılan anayasa tartışması, milletin ihtiyaçlarına karşılık veremez. Yeni bir anayasa değil, yeni bir yönetim anlayışına; güçlü metinlerden önce güven veren kadrolara; kalıcı çözümlerden önce samimi niyetlere ihtiyaç vardır. Aksi hâlde ortaya çıkacak olan metin, ne kadar yeni görünse de eski sorunların devamı olmaktan öteye geçemez. Benzer Yazılar Kırlangıcın hikayesi Yankı Gece ile Gündüzü Nasıl Ayırt Ederiz? Oruçla? HEMEN PAYLAŞFacebookPinterestTwitterLinkedinEmailWhatsapp