Açılımın Kırılgan Anatomisi: ASALA’dan 2025 İmralı Tartışmasına Uzanan 50 Yıllık Çizgi Yüklenme tarihi 24 Kasım 202524 Kasım 2025 Yükleyen Ali Bestami Kepekçi Türkiye bugün yeniden “İmralı’ya heyet gönderilsin mi?” tartışmasını yaşıyor.Bu tartışmayı yalnızca gündelik siyasetin bir manevrası gibi görmek hem tarihe hem de bölgesel dinamiklere haksızlık olur.Çünkü gerçekte karşımızda 1970’lerden 2025’e uzanan, devasa bir jeopolitik çizgi var. Bu çizginin içinde:ASALA var, PKK’nın kuruluşu var, Körfez Savaşı var, 1 Mart Tezkeresi var, 2005 Diyarbakır konuşması var, Oslo süreci var, Çözüm Süreci var, 2017 Başkanlık Sistemi kırılması var…Ve elbette bazen muhatap alınan, bazen alınmayan bir Öcalan var. Bugünkü tartışmayı anlamak istiyorsak, filmin tamamına bakmak zorundayız. 1. ASALA ile Açılan Kapı (1975–1985): Uluslararası Terörün İlk Perdesi 1970’lerin ortasında ortaya çıkan ASALA (Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları), Türkiye’nin yurtdışında hedef alınmasının ilk sistematik örneğidir.ASALA’nın temel özellikleri akademik literatürde şu şekilde değerlendirilir: Diplomatik personeli hedef almıştır (1975–1985 arası 40’tan fazla saldırı). Eylemleri uluslararası arenada Türkiye’nin imajına zarar vermeyi amaçlamıştır. Sovyet etkisi altında, Orta Doğu’daki kamplarda örgütlenmiştir. Şiddeti “politik baskı aracı” olarak görür (Schmid, 1988). Bu dönem, Türkiye’nin terörle mücadelesinin uluslararası boyutla ilk kez kesiştiği dönemdir. 2. PKK’nın Doğuşu (1978–1984): İdeoloji + Saha PKK’nın kuruluşu, Soğuk Savaş sonrası “etnik-siyasal projeler” döngüsünün en kritik örneklerinden biridir.Marksist–Leninist çizgide kurulan örgüt: 1984’te ilk silahlı eylemini yaptı, Suriye ve Lübnan’da kamplaştı. Bugün hâlâ tartıştığımız pek çok kimlik ve güvenlik meselesinin kökeni, tam da bu evrede atıldı. 1984 sonrası dönemde PKK’nın taktikleri, literatürde “kırsal gerilla savaşı” olarak tanımlanır. Örgüt: Devlet otoritesini zayıflatmayı, Kırsalda alan kontrolü sağlamayı, Etnik siyaseti silahlı mücadeleyle kurumsallaştırmayı amaçlamıştır (Romano, 2006). Bu dönem, ileride açılım süreçlerine konu olacak tüm siyasi ve güvenlik tartışmalarının başlangıç evresidir. 3. 1991 Körfez Savaşı: Koridorun İlk Haritası Körfez Savaşı sonrası Kuzey Irak’ta oluşan yapı, akademide sıklıkla “Kürt siyasi coğrafyasının kurumsallaşması” olarak değerlendirilir. 1991 sonrası: Çekiç Güç tarafından korunan bir alan oluşturuldu. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin siyasi kurumsallaşması hızlandı. ABD diplomatik ve askeri varlığını kalıcılaştırdı. Türkiye’nin güneyinde bir “Kuzey Koridoru” altyapısı fiilen kuruldu. Bu yapı, ileride filizlenecek olan Suriye–Irak eksenli geniş bir kuşak için ilk adımdı. Uluslararası literatürde pek çok çalışma (ör. Gunter, 1993; Romano, 2006), Körfez Savaşı sonrası Irak’ın kuzeyinde oluşan fiilî “güvenli bölge”nin Kürt siyasi yapıları için tarihsel bir kırılma olduğunu vurgular. 4. 1 Mart Tezkeresi (2003): Jeopolitik Ekseni Değiştiren Stratejik Sonuç TBMM’nin ABD’nin talep ettiği tezkereyi reddetmesi, bölgedeki güç mimarisinde ciddi bir kırılma yarattı. Tezkerenin reddi ile Türkiye’nin güneyinde kurulacak yeni yapı fiilen onaylanmamış oldu. TBMM’nin kararı, ABD’de yerleşmesini geciktirdi. Bu, uzun vadeli kırılmaların en önemlilerindendir. Bu karar, 20 yıl sonraki tüm dengeleri etkiledi. ABD’nin Irak’ı işgal ederek, Kürt bölgesinin statüsünü güçlendirmeyi öncelemek derdinde idi. 2005 Irak Anayasası’nda: Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) resmen tanındı. Bölgeye yasama, yürütme ve güvenlikte geniş yetkiler verildi. Peşmerge güçleri bölgesel bir ordu haline geldi. Anayasanın 140. maddesi tartışmalı bölgeler (Musul–Kerkük) için özel statü öngördü. ABD, o dönemde Türkiye’den beklediği desteği alamadı; ancak bölgeye yönelik stratejik hedeflerinden de vazgeçmedi. Yıllar sonra Arap Baharı’nın yarattığı kırılma ortamında bu kez YPG/PYD gibi aktörlerle ilişkilerini derinleştirerek bölgedeki nüfuzunu bu unsurlar üzerinden yeniden tesis etti. 5. 2005 Diyarbakır Konuşması: Söylemsel Dönüm Noktası Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın Diyarbakır’da yaptığı konuşmada ‘Kürt sorunu’ ifadesini kullanması ve bunu çözmeye yönelik siyasi irade beyanında bulunması, literatürde sıkça referans verilen bir kırılma noktasıdır. Bu açıklama, birçok yorumcuya göre, örgüt çevrelerinde meşruiyet algısını güçlendirmiş ve devletin resmî dili ile örgütün siyasal söylemi arasındaki ayrım çizgisini belirgin biçimde yumuşatmıştır. 6. 2009–2011 Oslo Görüşmeleri: Gizli Diplomasi Norveç’te yapılan gizli toplantılar, PKK’nın kurumsal düzeyde muhatap alındığı ilk süreçtir. Bu görüşmelerde: “Yeni anayasa maddeleri” “Silahsızlanma takvimi” “Siyasi dönüşüm” gibi konular konuşuldu. Bu süreç, Çözüm Süreci’nin kriptik evresi olarak değerlendirilir. Bu dönemden itibaren Öcalan hem muhatap, hem riskli bir siyasi yük hâline geldi. 7. 2013–2015 Çözüm Süreci: Öcalan’ın Resmîleştiği Aşama Bu dönem, İmralı’nın siyasal aktör hâline geldiği resmî süreçtir: 2013 – İmralı görüşmelerinin kamuoyuna açıklanması “MİT İmralı’da görüşüyor” açıklamalarıyla süreç resmileşti. İmralı tutanakları (2013) Gazetesinde yayımlanan tutanaklar, Öcalan’ın: Sürecin temposunu belirlediğini, Kandil ve Avrupa’yı yönlendirdiğini, Yeni anayasa, silahsızlanma ve siyasal düzenlemeler önerdiğini gösterdi. Bu tutanaklar, Öcalan’ın süreçte karar verici aktör olduğunu gösteren birincil kaynaktır. 2014 – 6551 sayılı Çözüm Süreci Kanunu Süreç ilk kez yasal bir çerçeve kazandı.Bu kanun, devlet ile silahlı örgüt arasında yürütülen süreci normatif olarak tanıdı. 2015 – Dolmabahçe Mutabakatı Öcalan’ın 10 maddelik mesajı hükümet heyeti ile birlikte açıklandı.Bu an: Öcalan’ın devlet tarafından resmî muhatap seviyesinde kabul edildiğini Sürecin sembolik zirvesine ulaştığını gösteren kırılma noktasıdır. Süreç hep hedefe doğru, ülkenin üniter yapısını bozmaya doğru yürüdü. Ama Öcalan bazen muhatap alındı, bazen alınmadı. Bu zikzaklı strateji hiçbir süreci kalıcı kılamadı. Bugün yaşadığımız tartışmanın kökeni tam olarak budur. 8. 2015 Sonrası: Çöküş, Saha Değişimi ve Suriye Hattı Çözüm Süreci çöktükten sonra, 2015 sonrası çatışmaların yeniden başlamasıyla paralel olarak: YPG ABD ile ortak operasyonlara başladı. Ayn el-Arab, Münbiç, Haseke hattında birleşik alan oluştu. PKK’nın bölgesel kapasitesi arttı. Bu gelişmeler, uluslararası ilişkiler literatüründe “Koridorun Suriye ayağı sahada tamamlandı” şeklinde değerlendirilir. PKK/YPG’nin sahada genişlemesi, Çözüm Süreci’nin jeopolitik dayanağını ortadan kaldırdı.Örgüt artık yalnızca “Türkiye içi güvenlik tehdidi” değil, bölgesel bir jeopolitik aktör hâline geldi. 9. 2017 Başkanlık Sistemi: Güvenlik Mimarisinin Merkezileşmesi Referandum sonrası: Parlamenter sistemden çıkıp, Yürütme gücü tek merkezde toplanan başkanlık modeline geçti. Müzakere süreçlerinin yürütülmesi tek merkezli oldu. Parlamento denetimi azaldı. Güvenlik politikaları daha “kapalı devre” çalışmaya başladı. Bu yapı, ilerideki İmralı tartışmalarının daha kapalı, yürütme odaklı gelişmesine zemin hazırladı. 2025: İmralı Heyeti Tartışması – Neden Şimdi? Bugün yeniden İmralı’nın gündeme gelmesi, rastlantı değildir. Bu tartışmayı besleyen üç temel dinamik var: 1. Bölgesel jeopolitik baskı:Suriye–Irak–Gazze hattında değişen dengeler Türkiye’yi yeniden pozisyon almaya zorluyor. 2. PKK’nın saha gerçekliği:Örgüt, lider hapsedilmiş olsa da Suriye’de özerk bir yapı kurarak, uluslararası destekle ve sahadaki bağımsız komuta yapısıyla varlığını sürdürdü. 3. İç politik ihtiyaçlar:Ekonomik kırılganlık, farklı siyasi partilerin pozisyonları ve bölgedeki seçmen ağırlığı, iktidarı yeni arayışlara yöneltiyor. Sonuç: Bu 50 Yıllık Döngü Kırılabilir mi? Bugün tartıştığımız konu bir “günlük siyasi hamle” değildir.Bir “güncel polemik” hiç değildir.ASALA’dan PKK’nın kuruluşuna, Körfez Savaşı’ndan Oslo görüşmelerine, Çözüm Süreci’nden 2017 referandumuna kadar uzanan çok katmanlı, çok aktörlü ve tarihsel bir hattın yeni durağıdır. Ve bu hikâyenin en kritik sorusu şudur: Türkiye, 50 yıldır açılıp kapanan bu döngüyü kıracak yeni bir strateji üretebilecek mi?Yoksa 1978’den beri tekrar eden siyasal salınımlar yeniden mi yaşanacak? Bu sorunun cevabı yalnızca siyasetin değil;Türkiye’nin devlet aklının ve toplumsal hafızasının ortak kararında yatmaktadır. Peki çözüm nerededir? Çok kısa ama net… Türkiye: • Bölgesel güç olma iddiasını yenilemek,• Oyuncu olmakla yetinmeyip oyun kurucu bir mimari inşa etmek,• Dışarıdan ithal edilen modellerle değil Türkiye merkezli stratejilerle hareket etmek,• Atatürk’ün akla, bilime ve bağımsızlığa dayalı devlet politikalarını güncellemek,• Müslüman Türk kimliğinin birleştirici, ortak vatan fikrini pekiştirici yönünü hatırlamakzorundadır. Çünkü bu ülkeyi ayakta tutan kimlik de, hafıza da, direnç de şudur: Müslüman Türk milleti olarak ortak kader…Ve Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’in üniter yapısı… Eğer çözüm bu zeminde kurulursa, 50 yıllık döngü kırılır.Kurulmazsa, aynı tartışmalar farklı aktörlerle tekrar eder. Benzer Yazılar Kırlangıcın hikayesi Yankı Gece ile Gündüzü Nasıl Ayırt Ederiz? Oruçla? HEMEN PAYLAŞFacebookPinterestTwitterLinkedinEmailWhatsapp