14 Kasım 2024 Perşembe

Allah Tevekkül Edenleri Sever

 

Herhangi bir işte elinden geleni yapıp daha sonrasını Allah (c.c.) ‘a bırakma olarak ifade edilir, tevekkül.

Hiçbir zaman bize Allah’ın bizim için taktir ettiğinden başkası dokunmaz. O bizim mevlamızdır. Müminler yalnızca Allah’a tevekkül etsinler” (Tevbe Suresi, 51)

Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.” (Âl-i İmrân Suresi, 159)

Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa, ondan sonra size kim yardım edebilir? Mü’minler, ancak Allah’a tevekkül etsinler.” (Âl-i İmrân Suresi, 160)

Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)  de “Eğer siz Allah ‘a hakkıyla tevekkül ederseniz, o sizi kuşu rızıklandırdığı gibi rızıklandırır.” (İbn Mâce, Zühd 14) buyurmaktadır.

Kim Allah’a tevekkül ederse, O, ona yeter.” (Talâk Suresi, 31)

Mü’minler, ancak o kimselerdir ki Allah anılınca kalpleri ürperir, onlara Allah’ın ayetleri okunduğunda o ayetler onların imanlarını artırır ve Rablerine tevekkül ederler.” (Enfâl Suresi, 2)

Yüce Allah(c.c), kudretini sebepler arkasında gizlemiştir. Âdetullah böyledir. Bizler ise bir iş sahibi, meslek sahibi olup da çalışıp kazanınca; benim malım, ben kazandım deriz. Yani bizim meslek sahibi olmamızın, bizim çalışmamızın sebep olduğunu, esas nimetleri ve başarıyı verenin Allah(c.c.) olduğunu unuturuz. İşte o zaman nankörlük yapmış oluruz. Düşünsenize; bir çiftçi, gece gündüz çalışsa, tohumunu ekse, ağacını budasa, iyi mahsul almak için gerekli tüm bakımları yapmış olsa da; Yüce Allah’ın vereceği bir doğal afet sonrası düzgün mahsul alabilmesi mümkün müdür? El cevap hayır! Demek ki, ekmek, biçmek, kısaca çalışmak ancak sebeplere sarılmaktır. Ama esas olan bu mahsulü, rızkı, çiftçiye veren; bu sebeplerin arkasında kendini gizleyen Allah(c.c.)’tır.

Sana gelen her iyilik, Allah’ın [bir ihsanı, bir nimeti olarak] gelmekte, her kötülük de [günahlarına karşılık olarak] kendinden gelmektedir. Hepsini yaratan Allahü teâlâdır.” (Nisa Suresi, 79)

Sebeplerle, sonuç ilişkisini iyi analiz etmemiz gerekir. Sonuç almak için, çalışmak şarttır, yani sebeplere sarılmak. Ama unutmayalım ki; sonuç Yaratandandır. Demek ki tevekkülü ihmal etmemeli, sebeplere yapıştıktan sonra neticeyi sebeplerden değil, sebepleri de yaratandan yani Allah (c.c.)’tan beklemeliyiz.

Bir de tevekküle başka açıdan bakalım. Diyelim ki; bir odadayız ve bu odanın tek bir çıkış kapısı var.  Amaç bu odadan dışarı çıkmak ise; bu kapıyı açmamız şarttır. İşte tüm sebepler istenilen şeye kavuşmak için, bu kapı gibi yaratılmıştır. Bir sonucun ortaya çıkması için sebep olan şeyi yapmayıp da sebepsiz olarak gelmesini beklemek, kapıyı kapayıp pencereden atılmayı istemeye ya da odanın duvarlarının yıkılmasını beklemeye benzer ki; bu, akla ve mantığa uygun değildir.

İlmi gerekçelerle, söz konusu bir hastalıkta kullanılması kural halini almış bir ilacı, hastalığa yakalanınca kullanmayıp, iyileşmeyi beklemek tevekkül değil, adeta intihardır. Unutmayalım ki; Allah (c.c.) bizler için tüm ihtiyaçlarımızı yaratmıştır; ama bunlara kavuşmak için de sebepler kapısını yaratmıştır. Bize düşen bu kapıları bulmak ve açmaktır. Yani verdiğimiz örnek üzerinde düşünürsek; yapmamız gereken, hasta olduğumuzda, ilmi kanıtlarla ispatlanmış olan tedaviyi uygulayarak sebep kapısını açmak ve sonucu, yani şifayı Allah(c.c.) dan beklemektir.  

Tevekkül, Yüce Yaratanın lütuf ve ihsanının sonsuz olduğuna iman etmekle ancak olur. Bu hâl, kalbin vekile itimat etmesi, güvenmesi, ona inanması ve onun ile rahat etmesidir. Böyle bir insan dünya malına gönül bağlamaz. Dünya işlerinin bozulmasından dolayı üzülmez, bilir ki Allah (c.c.) rızka kefildir. Rızkından endişe etmez.

Büyük velilerden Şakik Belhi (VIII. yyıl) bir kıtlık senesinde, herkesin kara kara düşündüğü bir ortamda, zengin bir adamın kölesinin şakır şakır oynadığına şahit olur. Yanına yaklaşır ve sorar:

– Herkes kıtlıkla, açlıkla karşı karşıya olmaktan inler dururken sen neye güvenerek böyle oynayabiliyorsun? Köle cevap verir:

– Herkesten bana ne? Benim için bir tehlike söz konusu değil. Benim efendimin 7-8 tane köyü var, her ihtiyacımız o köylerden sağlanıyor.

Bu açıklama Şakik’i adeta bir şamar gibi sarsar. Çünkü kendisi de kıtlıktan dolayı endişe içindeydi. Ama köle onu uyandırmıştı ve kendi kendine şöyle der:

– Hey Şakik kendine gel! Şu köle nihayet bir insan olan efendisine bunca güveniyor, kendini emniyet içinde hissediyor. Sen ki bütün canlıların rızkını garanti eden Allah’a inanıyor, tevekkül ediyorsun, Bu nice tevekküldür ki rızık endişesi içindesin?

Bizden istenen aslında tevekkül ve sebepler arasındaki dengeyi sağlayabilmektir. Sebeplere yapışmak tevekküle zıt değildir.  Sebeplerin sonuçlarını Allah (c.c) ‘dan bekleyerek, tecrübe edilmiş sebepleri kullanmaktır bizden istenen. Burada yanlış olan; hayâli sebepleri kullanmak ya da sebepleri kullanmadan sonuç beklemektir.

Kulun, kendine emredilen ibadet ve taatleri yerine getirmesi ve sonrasında Allah(c.c) ‘un azabından korkması ve merhametinden de ümitli olması gerekir. Allahü teâlânın keremine, ihsanına güvenmek ve emrolunan ibadetleri yapmak, yasak edilenlerden sakınmak. Bizden istenen kulluk ve tevekkül budur.

Tevekkülle beraber çalışmak ve çalışmada da azim şarttır. Çalışacağız, azmedeceğiz ve güveneceğiz. Böylece tevekkül, bir zaafiyet değil, kuvvet doğurur. Nasıl mı? Bu inanç, başlanılan bir işte başaramamak korkusunu giderir. İnsanın elinden geleni yaptığına inanması ve sonucu Allah (c.c.) dan beklemesi ona güç verir, başarma inancını artırır. Sağlanan koşullarla başarı yüzdesi artacaktır. Sadece başarı ihtimalimiz artmayacak, netice ne olursa olsun kazanan taraf olacağızdır. Herhangi bir işte her türlü meşru yola başvurmamıza rağmen başarıya ulaşamazsak, üzülmemeli ve bu sonucun, Allahü teâlânın bizler için münasip gördüğü bir husus olduğunu kabul ederek kaderimize razı olmalıyız. Tevekkül eden Müslüman bilir ki; sonuç ne olursa olsun kendisi için hayırlı olandır. Ehli tevekkül inanır ki; “hayır zannettiğimiz şeylerde şer, şer zannettiğimiz şeylerde ise hayır vardır.” (Bakara Suresi, 216 )  Bu da iç huzurumuzu sağlayacaktır.

Ancak insanın sahip olduğu hırs ve acelecilik bazen söz konusu olaylarda yaşanması gereken doğal sürece gereksiz yere müdahale etmesine yol açar ve böylece çoğu kez şerre doğru yol alırız. Bir an evvel zengin olmak isteği, anlık istek ve hırslarla yapılan girişimler bizi hep sonu hüsran olan noktalara götürür. Biz bazen ihmal etsek de; aslında Cenâbı Allah tevekkül edenleri, dünyada da ahirette de kurtuluş ve mutluluğa erdireceğini buyurmuştur.

 “Allah, iman edenlerin Veli’sidir.” (Âl-i İmrân Suresi, 122)

Unutmayalım ki; tevekkül, hiç bir zaman, çalışmayı ve sebebe sarılmayı terkedip, “Allah’ın dediği olur” diyerek kenara çekilmek değildir. Gelin, bir karar alalım: Yapacağımız işlerde tüm zâhirî sebeplere sarılalım, alınması gereken tedbirleri alalım, çalışıp çabalayalım, ama gönlümüzü sebeplere bağlamayıp; sadece ve sadece Allah(c.c.)’a dayanalım. Neticenin, bizim için hayırlı olan olduğuna emin olalım.

Ya Rabbi! Hakkımızda her zaman hayırlı olanı ver ve verdiğini de kalbimize sevdir.

Dr. Ali Bestami Kepekçi /  16.03.2014

 

Benzer Yazılar
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

197 Yorum
Oldest
Newest Most Voted
Inline Feedbacks
View all comments
Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi