Atatürk ve Demokrasi Yüklenme tarihi 13 Mart 202513 Mart 2025 Yükleyen Ali Bestami Kepekçi Mustafa Kemal Atatürk’ün yönetim anlayışı, demokratik değerler ve çoğulculuk üzerine inşa edilmişti. Tek bir görüşün egemen olmasını değil, farklı fikirlerin özgürce ifade edilmesini savunan Atatürk, bir ülkenin sağlıklı yönetilmesi için kuvvetler ayrılığı ilkesinin temel alınması gerektiğine inanıyordu. Bu bakış açısını yansıtan önemli olaylardan biri, 1935 yılında Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) kurultayı öncesinde yaşandı. Recep Peker, CHP tüzüğüne eklenecek yeni düzenlemeleri içeren bir rapor hazırladı ve bunu İsmet İnönü’ye sundu. Recep Peker bu raporu Avrupa’daki demokrasi uygulamalarını inceleyerek hazırlamış idi. İnönü de raporu Atatürk’e takdim etti. Atatürk, her zaman olduğu gibi raporu titizlikle inceledi ve sabaha kadar uyumadan metnin tamamını okudu. Ertesi gün Hasan Rıza Soyak ile yaptığı konuşmada, İnönü’nün raporu okumadan imzaladığını düşündüğünü belirtti. Bu anekdot, Atatürk’ün yönetimde detaycılığını, sorumluluk bilincini ve asla üstün körü kararlar almadığını gösteren çarpıcı bir örnektir. Ancak mesele sadece bu değildi. Raporda önerilen değişikliklerden biri, geniş yetkilerle donatılmış bir karar organı kurulması önerisi idi. Atatürk, bu öneriye sert bir şekilde karşı çıktı. Hatta bu organı “zorbalar heyeti” olarak yorumladı. Hasan Rıza Soyak, anılarında şu ifadelerle olayı naklediyor: Beni görünce sert bir ifadeyle sordu: “Bu zorbalar kimlerdir, onları kim seçecektir?” Şaşırmıştım, kekeleyerek: “Hangi zorbalar Paşam?” diye sordum. Daha sert ve yüksek bir sesle: “Efendim, sen dün akşam bana getirdiğin kağıtları okumadın mı?” “Biraz okumuştum, Paşam.” “Ha! İşte orada bahsedilen, bütün kuvvetleri kendi ellerinde toplayıp tek partiyi ve dolayısıyla devleti ve memleketi yönetecek olan yüksek meclisin üyelerini diyorum! Onları kim seçecek? Bu zorbalar heyeti, yetki ve gücünü kimden ve nasıl alacak? Hayret, hayreti uzma! (Böyle durumlarda sıkça kullandığı bir tabirdi.) Bu ne sakat düşüncedir, bu nasıl bir zihniyettir? Görülüyor ki varmak istediğimiz hedef, en yakın arkadaşlar tarafından bile henüz zerre kadar anlaşılmış değildir. Çocuk, biz öyle bir yönetim, öyle bir rejim istiyoruz ki, bu memlekette bir gün – eğer dünyada monarşi karşıtı hareketler giderek güçlenirse – padişahlığa taraftar olanlar dahi bir parti kurabilsinler!” Onun düşüncesine göre, bir ülkede her görüş temsil edilmeli, farklı siyasi partilerin kurulmasının önü açılmalıydı. Peki bugün Atatürk’ün Demokrasi anlayışını ne kadar devam ettirebiliyoruz? 12 Eylül 2010 Anayasa Değişikliği Referandumunda çıkan “evet” kararı ve 2017 referandumuyla kabul edilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ülkemizin “daha demokratik” olmasını mı sağladı?Merhum Prof. Dr. Haydar Baş’ın referandumlarda yaptığı uyarılar hala dimağlarımızda tazeliğini koruyor: “Sevgili kardeşlerim maalesef bizde siyasiler öyle badireler yaşıyor ki yasama, yürütme, yargı erklerini kendi istedikleri gibi kullanma hevesine kapılıyorlar. Şimdi, eğer yasama, yürütme, yargı erkleri ayrı ayrı olmaz da bir şahsın bünyesinde toplanırsa; o zaman bu ‘demokratik krallık’ olur. Sayın Başbakanım ne diyor? Efendim diyor, bu yasama yanlış, yargılama yanlış; bunlar doğru gitmiyor. Yani demek istiyor ki; yasama da yargı da bende toplansın. Buna ne diyorsunuz siz? Hayır değil mi, ben de hayır diyorum. O zaman böyle olursa Türkiye gerçekten yasamasını, yürütmesini, yargısını; bu ayrı ayrı olan erkleri bir şahsın, bir kişinin şahsında toparlarsa; bunun adına ‘saltanat’ deyin, ‘demokratik krallık’ deyin, deyin de deyin. Ya biz zaten o yoldan geldik; anamız, dinimiz ağladı, binlerce şehit verdik ya. Sen şimdi bizi tekrar alıp geriye götürüyorsun, buradan, bu çukurdan çıkın diyorsun.” Ancak o dönem bu uyarılar göz ardı edildi ve toplum, kendi eliyle bugünkü yönetim anlayışının temellerini attı. Bugün gelinen noktada, Türkiye’de yönetim anlayışı giderek daha merkeziyetçi ve tek odaklı bir yapıya bürünmekte. Oysa sağlıklı bir yönetim için, yasama, yürütme ve yargının bağımsızlığı elzemdir. Atatürk’ün 1935’te ortaya koyduğu yaklaşım, hâlâ güncelliğini koruyor ve demokratik işleyişin devamı için önemli bir referans noktası olmaya devam ediyor. Benzer Yazılar Kırlangıcın hikayesi Yankı Gece ile Gündüzü Nasıl Ayırt Ederiz? Oruçla? HEMEN PAYLAŞFacebookPinterestTwitterLinkedinEmailWhatsapp