Barış mı, Dağılmanın Eşiği mi? Türkiye Kritik Yol Ayrımında Yüklenme tarihi 11 Mayıs 202512 Mayıs 2025 Yükleyen Ali Bestami Kepekçi Türkiye, son dönemde güvenlik politikaları, iç siyasi denklemler ve bölgesel jeopolitik dengeler açısından yeni ve tartışmalı bir döneme girmiş gibi görünüyor. Özellikle PKK yöneticilerinin Türkiye kamuoyunda “normalleştirilmesi”, PYD/SDG gibi yapılarla ilgili söylem değişiklikleri ve Suriye’nin kuzeyinde kurulmak istenen federatif yapı tartışmaları, Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda karşılaşabileceği siyasi riskleri artırıyor. Peki bu gelişmeler ne anlama geliyor ve hangi tehlikeleri barındırıyor? Son günlerde bazı kamuoyunda dolaşan söylemler dikkat çekici: “Cemil Bayık, Murat Karayılan gibi isimler neden Türkiye’de market açmasın? Neden belediye meclis üyesi olmasın?” Bu tür açıklamalar sıradan birer gaf olarak görülemez. Aksine, bu söylemlerin ardında yürütülen kapsamlı bir sosyal mühendislik çalışması olduğu görülüyor. Özellikle Öcalan’a yakın isimlerin “eyleme katılmamış PKK’lıların” yeniden toplum içine entegre edilmesi gerektiğini savunmaları ve bu konunun meşrulaştırılmaya çalışılması, Türkiye’nin terörle mücadelesinde ciddi bir kırılma yaşandığını gösteriyor. Bu söylemler, aslında Öcalan’ın “çözüm süreci” kapsamında daha önce dile getirdiği görüşlerin 2025 versiyonu gibi duruyor. Bununla birlikte, hükümetin PYD yerine artık “SDG” (Suriye Demokratik Güçleri) ifadesini kullanmaya başlaması da ciddi bir politika değişikliğine işaret ediyor. SDG, ABD tarafından YPG’ye uluslararası meşruiyet kazandırmak için yaratılmış bir yapı. Türkiye’nin bu kavramı benimsemeye başlaması, Washington ile örtülü bir mutabakatın habercisi olabilir. Nitekim Milli Savunma Bakanlığı’nın bu ifadeyi resmî açıklamalarda kullanması, TSK’nın şehit verdiği yapılara karşı söylem yumuşamasını da beraberinde getiriyor. Bunun yanında dikkat çeken bir başka gelişme ise PKK’nın silah bırakma süreci ile ilgili “arabulucu” olarak Barzani yönetiminin gündeme getirilmesidir. Terör örgütünün silahlarını doğrudan Türkiye’ye değil, Kuzey Irak Kürt Bölgesel Yönetimine teslim etmeyi istemesi; bölgedeki Kürt unsurlar arasında ABD destekli bir entegrasyonun ön aşaması olarak yorumlanabilir. Suriye’de ise SDG’nin federatif bir yapı altında “kendi ordusunu koruma” şartı ile Şam yönetimiyle anlaştığı ve bu yapının zamanla Kuzey Irak Kürdistan’ı ile birleşeceği senaryosu dillendiriliyor. Bu oluşum, İran’ın güneydoğusunu da kapsayarak üç parçalı, genişletilmiş bir “Kürt kuşağı” yaratmayı amaçlıyor olabilir.Tüm bu gelişmeler ışığında, Türkiye yalnızca sınır dışı tehditlerle değil, iç siyasi dönüşümlerle de karşı karşıya. HDP/DEM Parti çevresinin yeniden şekillenen siyasi pozisyonu, Selahattin Demirtaş’ın ileride “koalisyon ortağı” ya da yeni bir partinin lideri olarak öne sürülmesi ihtimalini artırıyor. Böyle bir senaryo, terörle müzakerenin siyasallaşması ve halkın meşruiyetini sorguladığı aktörlerin merkezde konumlandırılması anlamına gelir. Bu süreçte dikkat çeken bir başka unsur ise ekonominin araçsallaştırılması. Seçim öncesi dönemlerde ekonomik verilerde “yapay iyileşme” sağlanarak toplumsal huzur algısı yaratılması, olası bir “barış süreci”nin halk nezdinde daha kolay kabul görmesi için bir zemin hazırlığıdır. Türkiye’nin güvenlik ve siyasi bütünlüğü açısından, bu gelişmelerin dikkatle izlenmesi ve toplumsal hafızanın diri tutulması hayati önem taşımaktadır. Sorulması gereken soru şudur: Gerçek bir barış mı, yoksa başka planlara zemin hazırlayan suni bir sükûnet mi? Benzer Yazılar Kırlangıcın hikayesi Yankı Gece ile Gündüzü Nasıl Ayırt Ederiz? Oruçla? HEMEN PAYLAŞFacebookPinterestTwitterLinkedinEmailWhatsapp