Büyük Kürdistan’dan Büyük İsrail’e: Bir Projenin Anatomisi Yüklenme tarihi 5 Mayıs 20255 Mayıs 2025 Yükleyen Ali Bestami Kepekçi Bugünlerde hükümet yetkilileri ve Türkiye’deki bazı politikacılar, adeta kendi yankı odalarında konuşup yine kendilerini dinliyorlar. Oysa Türkiye’nin nereye gittiğini anlamak için karşı tarafı da dinlemek, onların ne dediğini, neyi hedeflediğini de görmek zorundayız. Bu kapsamda, eğitim hayatını Erbil ve Tel Aviv’de geçirmiş bir aktivistin verdiği röportaj dikkatimi çekti. 10 Mart SDG-HTŞ Mutabakatı üzerine değerlendirmede bulunan aktivist, şu noktalara dikkat çekiyor:Mazlum Abdi’nin ABD aracı ile Şam’a gitmesi, Abdi ile Colani’nin aynı masada ve eşit şartlarda oturması, arkalarında sadece Yeni Suriye bayrağının bulunması gibi detayların, mutabakatın 8 maddelik içeriğinden bağımsız olarak büyük bir diplomatik kazanım olduğunu vurguluyor. Aktivist, artık Kürt hareketinin bir gerilla yapılanması değil; 100 bin askeri güce sahip, ABD ve İsrail’le birlikte oyun kurabilen bir aktör haline geldiğini belirtiyor. (Bu konuda 20 binden 100 bine kadar çok farklı rakamlar var.) Şubat sonuna gidelim. Eski Başkakan Sayın Binali Yıldırım beye kulak verelim: “Kürt’ü, Türk’ü, diğer etnik gruplarıyla milletimizdir. Bunu esas alan bir güncelleme yapılabilir. Yeni yapılacak anayasada yapılması gereken önemli konulardan bir tanesi, yerel yönetimlere ademi merkeziyetçilik. Her şeyi Ankara’dan kontrol etmek yerine, yetki devrinin yapılması.” Bu açıklamayı da mutabakattan 2 hafta önce AKP’nin en önemli isimlerinden birisinin ağzından duymuş olunca, insan “daha neler göreceğiz?” demekten kendini alamıyor. İşin ilginç yanı, aynı aktivistin 2014 yılında verdiği bir başka röportajda Şimon Perez’in ABD Başkanı ile yaptığı bir görüşmede “Kürdistan’ın desteklenmesi” talebini açıkça dile getirdiği görülüyor. Aktivistin bu konudaki yorumundan bazı kesitler: “İsrail-Kürdistan ilişkileri hem toplumsal hem siyasi tarihi eski olan ilişkilerdir. Toplumsal olarak her iki ülkenin çoğunluk unsurları olan Kürtler ve Yahudiler İsrail’in kurulmasından önceye kadar yaklaşık iki bin sene Kürdistan’ı bir ülke ve yönetim merkezi olarak paylaştılar. Siyasi analizlerde bu kadar eski tarihsel ilişkiler argüman olarak pek sağlıklı sonuçlar vermez lakin Kürt-Yahudi ilişkilerinde bu uzun tarihin kendini bugün de gösteren bir önemi mevcut. İki toplum arasındaki bu sessiz ve köklü güven siyasetin alacağı yönün belirlenmesinde de mutlaka bir pay sahibi.” Sözde Kürdistanın bağımsızlığından bahsederek de “Özellikle olası bağımsızlık sonrası ABD tarafından tanınmasının gecikmesi muhtemel olan Kürdistan için İsrail’in ticari, diplomatik ve muhtemelen askeri bir ortak olarak ortaya çıkması belirsiz olan geleceğini tayin edebilmesi için önemli bir faktör.” İsrail hatta sözde Kürdistanın bölgesel dengelerle ilgili yaptıkları cesur çıkışlara ABD’nin sessiz kalmasının da “ABD’nin desteği” anlamına geldiğini ifade ediyor. Özetlersek “Kürtler ile Yahudiler arasında binlerce yıllık bir kader ortaklığı varmış. Ortadoğu’da güçlü bir İsrail için güçlü bir Kürdistan, güçlü bir Kürdistan içinse İsrail desteği şartmış.” Bu tarihsel birliktelik iddiası üzerinden sözde “Büyük Kürdistan” projesi şekillendiriliyor. Prof. Dr. Haydar Baş’ın 29/07/2015 tarihli Yenimesaj’daki köşe yazısı bakınız bu bilgilerle yan yana gelince ne kadar çok anlam kazanıyor: “Kürt sorunu ile terör tehdidini birbirinden ayıramayanlar, belki de bilinçli olarak birbirine karıştıranlar, IŞİD, El Nusra ve El Kaide gibi örgütleri sınırlarımızdan serbestçe topraklarımıza sokanlar al bayrağa sarılı tabutların gelmeye başladığı bugünlerde büyük vebal altındadır. … ABD’nin de sessiz onayı ile Alevi Kürtlerin üzerine gidilmektedir. Bugünün gelişmeleri Alevi Kürt kardeşlerimiz için ikinci Kobani’dir. Nasıl Kobani’de yalnız bırakılmış, arkadan vurulmuşlarsa bugün de aynı hali yaşamaktalar. Kobani’deki özerklik ilanı reddedilmiştir. Bizler, Yahudi Barzani’nin Kürt devletinde yeri olmayacak Kürt kardeşlerimizi Kobani olaylarında uyarmış ve oyuna gelmemeleri ikazında bulunmuştuk. Gelinen nokta, büyük İsrail devletine giden yolda öncelikle kurulması planlanan Yahudi Barzani’nin Kürt devleti için Alevi Kürtleri bir manada asimile etmek; devreden çıkarmaktır. Barzani hareketi bir Kürt hareketi olmayıp, Yahudi yayılmacılığıdır. Barzani’nin peşmergelerinin topraklarımızdan geçişine izin veren iradenin operasyonlarına Birleşik Devletler’in haklılık payı vermesi, İsrail-Türkiye ve ABD iş birliğini göstermektedir. Kürt kardeşlerimiz ikinci kez oyuna gelirlerse, Filistin’in kaderi onlar için kaçınılmazdır.” İngiliz emperyalizminin Osmanlının güç kaybettiği dönemlerde kurguladığı Ortadoğu planı, devamlı akan kan ve göz yaşlarına sebep olmuş, bölge insanını huzura hasret bırakmıştır. Tarihte Arapları oyuna getiren İngiliz Lawrence gibi, Kürt kardeşlerimiz de benzer bir kurgu ile karşı karşıyadır. Günümüzde de aynı süreç devam etmektedir. Oysa asıl hedef “Büyük Kürdistan” değil, “Büyük İsrail”dir. Bu projenin içinde Türkiye’nin milli birliği, dini kardeşliği hedef alınmaktadır. Bu nedenle Prof. Dr. Haydar Baş’ın şu sözü her zamankinden daha büyük anlam taşımaktadır: “Dini birliğimiz, milli bütünlüğümüzün teminatıdır.” Prof. Dr. Haydar Baş hep şöyle derdi: “Güneydoğu sorununu ben çözerim. Nasıl mı? Oradaki vatandaşlarımızın karnını doyururum. Vatandaşlık maaşıyla onları desteklerim. Zaten ortak kültürümüz ve millî kimliğimiz var.” Evet, kültürümüz de dinimiz de bizi birleştiren temel unsurlardır. Ancak yıllardır bu unsurlar ya görmezden gelinmiş ya da tahrip edilmiştir. Bugün BTP’nin ortaya koyduğu çözüm modelleri bu yüzden önemlidir. Benzer Yazılar Kırlangıcın hikayesi Yankı Gece ile Gündüzü Nasıl Ayırt Ederiz? Oruçla? HEMEN PAYLAŞFacebookPinterestTwitterLinkedinEmailWhatsapp