24 Kasım 2025 Pazartesi

Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi

Kelin ilacı olsa…

Ülkemizde 5393 sayılı Belediye Kanunu ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu olmak üzere kanunlar, belediyelere sosyal yardım ve sosyal hizmet alanında önemli yetki ve fonksiyonlar yükleyerek, Sosyal Belediyecilik hizmetlerini şart koşmuş, güvence altına almıştır. Kimsesizlerin, evsizlerin, sokak çocuklarının ve muhtaç kadınların barınma ihtiyaçlarından tutun da yaşlılara huzurevleri tesis etmek, kütüphane ve kültür merkezlerini mahallelere kadar […]

Arap–Kürt–Türk Üçgeni ve Yeni Yurttaşlık Tartışması: Türkiye Nereye Gidiyor?

Türkiye’de son günlerde eş zamanlı biçimde gündeme gelen “Araplar bizi sırtımızdan vurmadı” çıkışı, “Türk–Kürt–Arap ittifakı” önerisi ve İmralı tartışması, yeni bir kimlik mühendisliği sürecine işaret ediyor. Tarihsel arka plan, emperyal stratejilerin Türk–Arap bağını koparmaya yönelik olduğunu gösterirken; bugün asıl tehlike, Anayasa’nın 66. maddesindeki “Türk milleti” tanımının sulandırılmasıdır. Türkiye’nin ihtiyacı, dinî kardeşliği istismar etmeyen; Türkiye merkezli, üniter yapıyı güçlendiren bir stratejidir.

Açılımın Kırılgan Anatomisi: ASALA’dan 2025 İmralı Tartışmasına Uzanan 50 Yıllık Çizgi

Türkiye’nin bugün yeniden tartıştığı İmralı’ya heyet gönderilmesi meselesi, son 50 yılın jeopolitik ve siyasal gelişmelerinin birikimidir.
ASALA teröründen PKK’nın kuruluşuna, Körfez Savaşı’ndan 1 Mart Tezkeresi’ne, 2005 Diyarbakır konuşmasından Oslo ve Çözüm Süreci’ne, 2017 Başkanlık Sistemine ve nihayet 2025 İmralı tartışmasına uzanan çizgi; Türkiye’nin güvenlik mimarisinin sürekli olarak dış baskılar, iç siyasal ihtiyaçlar ve bölgesel denklemler tarafından şekillendirildiğini gösteriyor.

Bugünün gündemi bir “siyasi refleks” değil; 1970’lerden bu yana açılan-kapanan döngünün yeni durağıdır.
Çözüm ise: Türkiye merkezli strateji, Atatürk’ün akılcı-devletçi yaklaşımı ve Müslüman Türk kimliğinin birleştirici zemini üzerinden yeni bir ulusal güvenlik doktrini oluşturmaktır.

PKK Yıllarca Saldırıları Üstlendi; Peki Şimdi Ne Oluyor?

PKK, onlarca yıl boyunca Türkiye’nin dört bir yanında yüzlerce saldırıyı bizzat kendi açıklamalarıyla üstlendi. Bu eylemler askerleri, polisleri, öğretmenleri, sağlıkçılar dahil sivilleri hedef aldı. Üstelik bazı saldırılar, örgüt lideri cezaevindeyken bile gerçekleşti. Dolayısıyla bugün yeniden “muhataplık” tartışmasının açılması, toplumda haklı bir soru doğuruyor:
“Onca acı ne içindi?”

Süreçle eş zamanlı olarak gündeme gelen “Türk–Kürt–Arap ittifakı”, “yeni yurttaşlık tanımı”, “eşitlik paketi” ve Erdoğan’ın Araplara yönelik yeni söylemi ise Türkiye’nin kimlik düzeninde yeni bir sayfa açılıp açılmadığı yönünde tartışmaları güçlendiriyor.

Bütün bu karmaşanın içinde Hüseyin Baş’ın şu sözü, meseleyi gerçek yerine oturtuyor:
“İlla birini görmek istiyorsanız, Türk milletini görün.”

Milletin esas gündemi; geçim, güvenlik, refah ve gelecek.
Siyasi tartışmaların tam ortasında kaybolmadan temel soru şudur:
Bu adımlar Türkiye’yi güçlendirir mi, yoksa yeni kırılmalara mı sürükler?

İmralı Tartışmaları ve Bahçeli’nin Çıkışı

Türkiye yeniden “İmralı’ya gidilsin mi, gidilmesin mi?” tartışmasının içinde. Bahçeli’nin çıkışıyla hızlanan süreç, Meclis’te alınan ziyaret kararıyla yeni bir aşamaya taşındı. Ancak mesele yalnızca bugünün sıcak gündemi değil; geçmişte atılan adımların bugüne uzanan etkisi. Prof. Dr. Haydar Baş’ın yıllar önce yaptığı uyarıların bugün yeniden hatırlanması boşuna değil. Tartışma, devletin üniter yapısından toplumsal psikolojiye uzanan derin bir denklemin yeniden açıldığını gösteriyor.

Obama’dan Mamdani’ye Uzanan Çizgi

Batı’nın siyaset pratiğinde son yıllarda simgeler güçlendirilirken sistemsel yapının aynı kaldığı görülüyor. Obama döneminde umut veren söylemlere rağmen Ortadoğu’da ağır sonuçlar yaşandı. Bugün Zohran Mamdani’nin seçimi de “değişim” söylemiyle sunulsa da bunun gerçek bir dönüşüm mü yoksa yeni bir vitrin mi olduğu tartışılıyor. Asıl mesele, değişen kimliklerin ardında sistemin değişip değişmediği. Belki de tek yapılması gereken, bu tabloya bir de bu açıdan bakmak.

Amasız Fakatsız Birlik

Amasız, fakatsız BİRLİK!
Türkiye’nin dört bir yanında yaptığımız “Geleceği Savunmak” programları gösterdi ki; bağımlılık, sanal bahis, uyuşturucu ve dijital yozlaşma artık siyaset üstü bir mesele.

Farklı görüşlerden insanlar aynı sahnede buluştu, toplumun ortak sesi yükseldi.
Gençliği kaybetmeden geleceği savunmak zorundayız.

Bu ülke ayrışarak değil, birlik olarak güçlenecek.

Küresel Sermaye ve Türkiye’nin Ekonomik Bağımlılığı

Türkiye’de sermayenin son yıllarda hızlı biçimde el değiştirmesi, yalnızca zenginlerin isimlerinin değiştiği bir süreç değil; çok daha derin bir ekonomik dönüşümün işaretidir. Dünya genelinde servetin %38’inin en zengin %1’in elinde toplandığı bir dönemde, Türkiye de bu küresel sermaye yoğunlaşmasının etkisi altındadır. UBS, WID ve Oxfam gibi uluslararası kaynaklar; Türkiye’de hane halkı serveti erirken milyoner sayısının arttığını, servet Gini katsayısının ise 0,73 gibi yüksek bir eşitsizlik düzeyine ulaştığını gösteriyor.

Bu tablo, Prof. Dr. Haydar Baş’ın yıllar önce dikkat çektiği “bağımlı büyüme” modelinin pratik karşılığıdır: Halk tabanı zayıflarken, küresel ağlarla bağlantılı küçük bir sermaye grubu büyüyor. Yazıda kullanılan ters üçgen–düz piramit karşılaştırması, mevcut model ile MEM’in sunduğu güçlü tabanlı ekonomik yapıyı karşılaştırmalı biçimde açıklıyor. Sonuç olarak, Türkiye’nin ihtiyacı sermaye düşmanlığı değil; sermayeyi ulusal refah üretir hâle getiren adalet merkezli yeni bir paradigma değişimidir.

Sermayenin Yeni Haritası

Türkiye’de son yıllarda görünür siyasi tartışmaların gölgesinde, ekonominin derin katmanlarında çok daha kritik bir dönüşüm yaşanıyor: sermayenin hızla el değiştirmesi. World Inequality Database, Oxfam ve Credit Suisse gibi uluslararası kaynaklar Türkiye’nin dünya çapında en sert servet eşitsizliği yaşayan ülkelerden biri hâline geldiğini gösteriyor. Üst kesim zenginliğini artırırken, orta sınıf daralıyor; servet giderek daha dar bir çevrede yoğunlaşıyor. Nordic Monitor’ün analizleri ise yüksek gelir grubunda artan anonimleşme eğiliminin şeffaflık sorununa işaret ettiğini ortaya koyuyor. Bu tablo, yalnızca ekonomik değil; toplumsal güven, siyasal istikrar ve demokrasi açısından da alarm verici.

Türkiye Siyasetinde Yeni Dönem

Türkiye’de siyaset artık tek merkezli bir güç yapısıyla açıklanamayacak kadar karmaşık bir hâle geldi. Görünen siyasi aktörlerin arkasında, birbirine temas eden çoklu güç odakları dengeleri belirliyor. Oligarşik yapının derinleştiği bu süreçte, kurumlara olan güven azalırken halk kendini karar süreçlerinin dışında hissediyor. Bu tablo, siyasette gerçek dönüşümün milleti merkeze alan şeffaf ve adil bir düzenle mümkün olabileceğini gösteriyor.

Türkiye Tek Adam Rejiminden Çok Adam Dönemine mi Geçti?

Türkiye’de siyaset artık tek merkezden değil, çoklu güç odakları arasında yürüyen görünmez bir mücadeleyle şekilleniyor. Siyaset–yargı–sermaye eksenlerinde yaşanan yeniden yapılanma, toplumda derin bir güven krizini tetikliyor. Kurumlara güvenin dibe vurduğu, siyasetin yönünü kaybettiği bu dönemde en büyük ihtiyaç, milleti yeniden merkeze alan ve adaleti esas alan bir yönetim anlayışının inşasıdır. Çünkü hiçbir oligarşik yapı, milletle bağını kopardığında uzun süre ayakta kalamaz.

Tuz Koktu: Türkiye’de Güven Krizi Derinleşiyor

Yazı, Türkiye’de siyasetten adalete, ekonomiden spora kadar her alanda yaşanan güven erozyonunu ele alıyor.
Artık hiçbir olay toplumda kalıcı bir etki yaratmıyor; adalet duygusu, kurumlara güven ve toplumsal vicdan zedelenmiş durumda.
“Tuz koktuğunda alt katmanlar da kokar” vurgusuyla, yukarıdaki çürümelerin halkın yaşamına nasıl yansıdığını anlatıyor.
Çözüm olarak, sistemin değil vicdanın yeniden inşası öneriliyor.

Yönünü Kaybeden Siyaset

Yazı, Türkiye’de siyasetin yönünü kaybettiği, kamplaşmanın düşünmeyi gölgelediği bir döneme girildiğini vurguluyor. Eskiden büyük yankı uyandıracak olayların artık toplumda tepki yaratmadığını; özellikle adalet sistemine ve devlet kurumlarına duyulan güvenin ciddi biçimde zedelendiğini dile getiriyor. ASAL ve Türkiye Raporu gibi araştırmalardan verilerle desteklenen yazı, bu güven erozyonunun yalnızca bugünü değil, ülkenin geleceğini de tehdit ettiğini belirtiyor. Ardından küresel siyasette artan merkezileşmeye, dış merkezlerden alınan meşruiyet arayışına ve “küresel vatandaşlık” adı altında ulusal kimliğin aşındırılmasına dikkat çekiyor. Yazı, “Ulusal egemenlik mi, küresel uyum mu?” sorusunu temel mesele olarak öne çıkarıyor.

Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi