21 December 2025 Sunday

Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi

Kelin ilacı olsa…

Ülkemizde 5393 sayılı Belediye Kanunu ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu olmak üzere kanunlar, belediyelere sosyal yardım ve sosyal hizmet alanında önemli yetki ve fonksiyonlar yükleyerek, Sosyal Belediyecilik hizmetlerini şart koşmuş, güvence altına almıştır. Kimsesizlerin, evsizlerin, sokak çocuklarının ve muhtaç kadınların barınma ihtiyaçlarından tutun da yaşlılara huzurevleri tesis etmek, kütüphane ve kültür merkezlerini mahallelere kadar […]

Asgari Ücret ve Açlık Sınırı

Asgari ücret açlık sınırının altındayken yüzde 25–30 zam konuşmak çözüm değildir.
Sorun rakam değil, alım gücüdür.
Devlet sübvanse etmeden bu masa her yıl aynı kısır döngüyü üretir.
İşçiyle işvereni karşı karşıya getirmek değil, sosyal devleti işletmek gerekir.

Milletle Kurulan Siyaset

“Eğer biz fakirin fukaranın ekmeği olmayacaksak, yurtsuz kalan öğrencinin harçlığına derman olmayacaksak, evladını kaybetmiş bir şehit anasının evladı olamayacaksak; çocuğuna ekmek alamadığı için kendini çaresiz hisseden bir babanın yükünü hafifletemeyeceksek, iktidarın ne anlamı vardır? Bu nedenle biz, şahsi iktidar hedefi değil, milletin iktidarı hedefiyle siyaset yapıyoruz.”

Hukuk, Siyaset ve Belirsizlik

Uzun süreli iktidar dönemlerinde, yönetim biçimi tek merkezde görünse bile fiiliyatta çok odaklı bir güç dengesi ortaya çıkar. Türkiye’de bugün yaşanan tablo da budur. Feti Yıldız’ın “tutuklama istisnadır, ceza değildir” şeklindeki açıklaması, evrensel hukuk ilkeleriyle uyumlu ve teorik olarak yerindedir. Ancak sorun, bu doğru tespitin hangi siyasal bağlamda ve ne amaçla dile getirildiğidir.

Aynı siyasal yapının geçmiş uygulamaları dikkate alındığında, söylem ile pratik arasındaki mesafe ciddi soru işaretleri doğurmaktadır. Özellikle “örgüt üyeliği” kavramının muğlaklığı, hem devam eden davalar hem de 11. Yargı Paketi bağlamında hukuki güvenliği zedelemektedir. Tanımların netleştirilmemesi, siyasi faaliyetlerin dahi kriminalize edilebilmesine açık bir alan yaratmaktadır.

Bu belirsizlik ortamı, toplumda korku iklimi oluşturma ve siyasal katılımı baskılama riskini beraberinde getirmektedir. Hukukun öngörülebilirliğini yitirdiği bir düzende, adalet yalnızca bir söylem hâline gelir. Çıkış yolu ise nettir: Cumhuriyetin kurucu ilkelerine, hukukun üstünlüğüne ve Atatürk’ün devlet aklına yeniden dönmek.

Değişmeyen Çizgi, Değişen Türkiye

Türkiye, son yirmi yılda siyasal söylemlerden ekonomik tercihlere, kimlik tartışmalarından devlet-toplum ilişkilerine kadar çok yönlü ve derin bir dönüşüm sürecinden geçti. Değişen yalnızca iktidarlar ya da politikalar olmadı; kavramlar yer değiştirdi, değerler aşındı, ezberler bozuldu. Tam da bu hızlı değişim atmosferinde, asıl dikkat çekici olan ise bazı siyasal aktörlerin değil değişmesi, ısrarla aynı yerde durmasıdır. […]

BTP’yi Siyasetin Yeni Merkezine Taşıyan Dinamikler

Bağımsız Türkiye Partisi’nin son yıllarda artan toplumsal görünürlüğü, yalnızca bir lider etkisiyle açıklanamaz. Türkiye’de ekonomik sıkışma, mevcut siyasal dengelerin tıkanması, gençlerin yeni bir temsil arayışı ve sosyal devlet talebinin yükselmesi; BTP’nin politik söylemiyle örtüşen yapısal dinamikler oluşturdu. Özellikle Milli Ekonomi Modeli’nin sosyal devlet vurgusu, vatandaşlık maaşı, ev kadınlarına ekonomik güvence ve orta sınıfı yeniden kurma iddiası, ekonomik kriz yaşayan geniş kesimlerde karşılık buluyor.
Ayrıca partinin genç kadrolarla yenilenen iletişim dili, Atatürkçü çizgi ile sosyal ekonomik projeleri birleştiren siyasal yaklaşımı, BTP’yi geleneksel siyasi eksenin dışından merkeze taşıyan önemli faktörler arasında yer alıyor.
Bugün BTP’ye gösterilen ilginin temelinde, mevcut politik aktörlerin çözemediği sorunlara karşı “yeni, uygulanabilir ve bütüncül bir reçete” arayışı var.

Atatürk Modeli Neden Hâlâ Tek Çözüm?

Türkiye’nin bugün karşı karşıya olduğu dini, jeopolitik ve toplumsal tartışmalar; siyasal İslam söylemleri, kimlik temelli ayrışmalar ve dış müdahaleler, ülkenin yönünü yeniden belirleme ihtiyacını gündeme getiriyor. Tarihsel tecrübeler gösteriyor ki, dini söylemlerin siyasete taşınması toplumsal bütünlüğü zedeleyerek ümmet–millet ayrımını keskinleştirebiliyor. Bu süreç, Milli Mücadele döneminde de yaşanmış; “hilafet ordusu” propagandasına rağmen Anadolu halkı, Mustafa Kemal Paşa’nın etrafında birleşerek ulusal egemenliği esas almıştı.

Prof. Dr. Haydar Baş’ın yıllar önce FETÖ yapılanmasına yönelik uyarıları ve dinler arası diyalog eleştirileri, devlet aklının nasıl işletilmesi gerektiğine dair önemli bir birikim sunuyor. Bu çerçevede “Atatürk Modeli”nin hâlâ tek çözüm olarak görülmesinin nedeni; laiklik, milli kimlik ve üniter devlet yapısını koruması, uluslararası baskılara karşı toplumsal dayanıklılık üretmesi ve Türkiye’yi medeniyetler arası rekabetin nesnesi değil, öznesi hâline getirebilmesidir.

Bugün yaşanan tartışmaların tamamı —ümmet söylemi, kimlik politikaları, dış güçlerin etkisi ve jeopolitik manipülasyonlar— Atatürk’ün kurduğu devlet modelinin neden hâlâ vazgeçilmez olduğunu yeniden göstermektedir.

Bahis Fırtınasının Altında Ne Var?

• Türkiye’deki bahis operasyonları yalnız suçla mücadele değil, finans akışını yeniden düzenleme hamlesi olarak okunmalı.
• Körfez ülkelerinin spor ve finans yatırımları, bölgedeki sermaye dengelerini değiştiriyor.
• Spor endüstrisi küresel ölçekte finansal bir ekosisteme dönüşmüş durumda.
• Türkiye’nin bu süreçte oyun kurucu mu yoksa piyon mu olacağı belirleyici olacak.
• Tartışma, üç-beş operasyon değil; Türkiye’nin ekonomik egemenliği meselesidir.

İstikbal Biziz, Biz Geleceğiz

BTP, 9. Olağan Büyük Kongresi’ni “İstikbal Biziz, Biz Geleceğiz” sloganıyla gerçekleştiriyor. Hüseyin Baş’ın tek aday olduğu kongreye yoğun katılım bekleniyor. Bu kongre, Haydar Baş’ın bıraktığı mirasın güncellenerek geleceğe taşınacağı; projelerin, çözüm önerilerinin ve büyük birlik mesajlarının öne çıkacağı bir buluşma niteliğinde.

Din, Jeopolitik ve Türkiye

Türkiye’nin bugün karşı karşıya olduğu gelişmeleri sağlıklı değerlendirebilmek için meselelere parçalı biçimde değil, bütünsel ve stratejik bir perspektifle yaklaşmak gerekiyor. Papa XIV. Leo’nun İznik’te yönettiği ayin de bu çerçevede yalnızca dinî bir etkinlik değil, tarihsel ve jeopolitik bağlamı olan bir gelişme olarak ele alınmalıdır. Sosyal medyada Papa’nın Türk bayrağına eğilerek selam vermesi bazı çevrelerde “Türkiye’ye […]

Ümmet Söylemi ve Türkiye’nin Milli Kimlik Sınavı

Öcalan’ın ‘ümmet’ söylemi ile Papa’nın Anadolu’yu yeniden teolojik merkez hâline getiren hamlesi aynı denklemde buluşuyor.
Türkiye’yi dine sıkıştırılmış tartışmalarla yönlendirmek isteyenlere karşı tek çıkış: Atatürk’ün kurduğu Müslüman Türk kimliğinin birleştirici çizgisi.

Papa XIV. Leo’nun İznik Adımı: Teoloji, Sembol ve Jeopolitik Bir Hatırlatma

Papa XIV. Leo’nun Türkiye ziyareti ve İznik’teki konsil ayini, sadece dini bir tören değil; tarihsel sembollerle örülü stratejik bir hamledir. 28 Kasım tarihinin seçilmesi, İznik Konsili’ne yapılan açık gönderme ve ekümeniklik tartışmasının yeniden canlandırılması, Vatikan’ın uzun soluklu “Kiliseler Birliği” projesinin güncellenmiş bir adımıdır. ABD Büyükelçisi’nin Ruhban Okulu için verdiği tarih ise sürecin diplomatik ayağını göstermektedir. Bu gelişmeler, Türkiye’nin üniter yapısı ve Lozan dengeleri açısından dikkatle izlenmesi gereken yeni bir jeopolitik zemine işaret ediyor.

Dizilerle Devlet Yönetimi Olmaz: İznik Ayini ve Tepki Yönetiminin Yeni Modeli

İznik’te Haçlı Seferleri’nin başlatıldığı 27 Kasım’ın yıl dönümünde yapılan ayine izin verilmesi, Türkiye’nin egemenlik alanını ilgilendiren ciddi bir konudur. MHP’nin ayinden sonra tepki göstermesi ve “Kuruluş Orhan dizisini izleyin” tavsiyesi, toplumsal hassasiyetin kültürel araçlarla yönetilmeye çalışıldığı izlenimini doğuruyor. Oysa bir devletin egemenlik hakları dizilerle değil, hukuk, diplomasi ve kararlı devlet politikalarıyla korunur. Bugün mesele sembolik bir tören değil; Türkiye’nin Lozan çizgisini koruyup korumayacağıdır.

Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi