4 December 2025 Thursday

Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi

Kelin ilacı olsa…

Ülkemizde 5393 sayılı Belediye Kanunu ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu olmak üzere kanunlar, belediyelere sosyal yardım ve sosyal hizmet alanında önemli yetki ve fonksiyonlar yükleyerek, Sosyal Belediyecilik hizmetlerini şart koşmuş, güvence altına almıştır. Kimsesizlerin, evsizlerin, sokak çocuklarının ve muhtaç kadınların barınma ihtiyaçlarından tutun da yaşlılara huzurevleri tesis etmek, kütüphane ve kültür merkezlerini mahallelere kadar […]

Ümmet Söylemi ve Türkiye’nin Milli Kimlik Sınavı

Öcalan’ın ‘ümmet’ söylemi ile Papa’nın Anadolu’yu yeniden teolojik merkez hâline getiren hamlesi aynı denklemde buluşuyor.
Türkiye’yi dine sıkıştırılmış tartışmalarla yönlendirmek isteyenlere karşı tek çıkış: Atatürk’ün kurduğu Müslüman Türk kimliğinin birleştirici çizgisi.

Papa XIV. Leo’nun İznik Adımı: Teoloji, Sembol ve Jeopolitik Bir Hatırlatma

Papa XIV. Leo’nun Türkiye ziyareti ve İznik’teki konsil ayini, sadece dini bir tören değil; tarihsel sembollerle örülü stratejik bir hamledir. 28 Kasım tarihinin seçilmesi, İznik Konsili’ne yapılan açık gönderme ve ekümeniklik tartışmasının yeniden canlandırılması, Vatikan’ın uzun soluklu “Kiliseler Birliği” projesinin güncellenmiş bir adımıdır. ABD Büyükelçisi’nin Ruhban Okulu için verdiği tarih ise sürecin diplomatik ayağını göstermektedir. Bu gelişmeler, Türkiye’nin üniter yapısı ve Lozan dengeleri açısından dikkatle izlenmesi gereken yeni bir jeopolitik zemine işaret ediyor.

Dizilerle Devlet Yönetimi Olmaz: İznik Ayini ve Tepki Yönetiminin Yeni Modeli

İznik’te Haçlı Seferleri’nin başlatıldığı 27 Kasım’ın yıl dönümünde yapılan ayine izin verilmesi, Türkiye’nin egemenlik alanını ilgilendiren ciddi bir konudur. MHP’nin ayinden sonra tepki göstermesi ve “Kuruluş Orhan dizisini izleyin” tavsiyesi, toplumsal hassasiyetin kültürel araçlarla yönetilmeye çalışıldığı izlenimini doğuruyor. Oysa bir devletin egemenlik hakları dizilerle değil, hukuk, diplomasi ve kararlı devlet politikalarıyla korunur. Bugün mesele sembolik bir tören değil; Türkiye’nin Lozan çizgisini koruyup korumayacağıdır.

Tarihsel Adlar ve Güncel Talepler: Osmanlı’daki “Kürdistan” Tartışması Ne Anlama Geliyor?

Osmanlı’da “Kürdistan”, “Lazistan”, “Arnavudluk”, “Rumeli” gibi bölge adlarının kullanılması, bugünkü anlamıyla “etnik özerklik” veya “resmî dil” uygulaması değildir. Osmanlı idarî sistemi, modern ulus-devlet anlayışından tamamen farklı olarak coğrafi tanımlara dayanan bir düzenlemeydi. Bu isimler, o bölgede yaşayan halkların etnik kimliğini değil, bölgenin coğrafi ve idarî karakterini ifade ediyordu. Nitekim Osmanlı arşivlerinde Kürtçenin “resmî dil” olarak kabul edildiğine dair hiçbir kayıt yoktur. Devletin tek resmî dili her dönem Türkçe (Osmanlıca) olmuştur.

Bugün “tarihsel özerklik” iddialarıyla gündeme getirilen talepler, modern dönemde etnik zeminde yeni bir kimlik mühendisliği oluşturma çabasının parçası hâline getirilmek istenmektedir. Oysa tarihî gerçeklik, Osmanlı’nın çok milletli yapısını korurken siyasi bütünlüğü merkezi otoriteyle sağladığını, etnisite temelli bir siyasal model benimsemediğini açıkça ortaya koymaktadır.

Büyük Resim: BOP’tan İznik Ayinine Uzanan Sessiz Kuşatma

Türkiye bugün birbirinden bağımsız gibi görünen fakat aynı jeopolitik hattın parçaları olan gelişmelerle karşı karşıya: BOP’un güncellenmiş versiyonu, dinlerarası diyalog, ekümeniklik girişimleri, Heybeliada Ruhban Okulu tartışmaları, İznik’te Papa XIV. Leo’nun sembolik ayini, İmralı eksenli mesajlar ve Apo’nun “umut hakkı” söylemi… Tüm bunlar, Türkiye’nin Lozan’da çizilen çerçevesini gevşetmeye, üniter yapıyı esnetmeye ve kimlik merkezli yeni bir toplumsal model dayatmaya yönelik dış kaynaklı mühendisliğin işaretleridir.
Bu süreçte FETÖ’nün yok edilmesine rağmen diyalog projelerinin devam etmesi, benzer fikirlerin farklı aktörlerle yeniden dolaşıma sokulduğunu göstermektedir.
Türkiye’nin bu tablo karşısında ihtiyacı; Lozan bilinci, üniter devlet aklı, Müslüman Türk kimliğinin birleştirici çerçevesi ve bağımsızlık ilkesine dayalı sağlam devlet refleksidir.

Taşımalı Eğitim ve Köy Öğretmeninin Kayıp Rolü

Bu yazı, taşımalı eğitim, köy okullarının kapanması, öğretmenin köyden çekilmesi ve öğretmenlik mesleğinin değersizleşmesi üzerine odaklanan bütüncül bir değerlendirme sunuyor. Türkiye’de köy okullarının 20 yılda büyük oranda kapanması, taşımalı eğitimin kırsalı boşaltması, öğretmen–imam–muhtar üçlüsünden oluşan geleneksel köy güvenlik ağının dağılması ve öğretmenin toplumsal rehberlik rolünün kaybı, eğitimdeki yapısal çöküşün temel sebeplerini oluşturuyor.

Öğretmen Gerçeği: Çöküşün Sessiz Taşıyıcıları

• Türkiye öğretmen maaşlarında OECD’de son sırada.
• Öğretmen maaşı / ortalama maaş oranı: OECD 1,12 – Türkiye 0,43
• Öğretmenler son 10 yılda %65 reel kayıp yaşadı.
• Öğretmenlerin %43’ü ek iş yapmak zorunda.
• 72.000 öğretmen açığı var, derslik yoğunluğu OECD’nin 2,5 katı.
Öğretmeni güçlendirmeden eğitimi güçlendiremeyiz.

Meslek Liselerinde İş Güvenliği

Türkiye’de meslek liseleri ve çıraklık merkezlerinde yaşanan ölümlü iş kazaları, yapısal bir güvenlik sorununun varlığını ortaya koymaktadır. 2022–2024 arasında en az 54 meslek öğrencisi staj esnasında hayatını kaybetmiştir.
Kazaların büyük bölümü oto tamir, metal, mobilya, inşaat ve tarım stajlarında meydana gelmiştir.

Veriler, meslek liselerinde:

İş güvenliği uzmanı bulundurma oranının yalnızca %7 olduğunu,

Öğrencilerin kişisel koruyucu ekipmana erişiminin yetersiz olduğunu,

Mesleki işlerde iş sağlığı ve güvenliği eğitimi alan öğrenci oranının %34’te kaldığını göstermektedir.

Bu tablo, Türkiye’de genç işçilerin ölümlü kaza riskinin yetişkinlere göre 3,8 kat daha yüksek olduğunu raporlayan ILO verileriyle de örtüşmektedir.

3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanunu, öğrencileri işçi statüsünde tanımlamadığı için sorumluluk çoğu zaman belirsizleşmekte; işletmeler finansal ve hukuki yükümlülüklerden kaçabilmektedir. Bu durum, denetimsiz, güvensiz ve kayıt dışı çalışma kayıplarının önünü açmaktadır.

Dil Birliği ve Toplumsal Bütünlük

Bu yazı, Türkiye’de “ana dilde eğitim” tartışmasının toplumsal birlik üzerindeki etkilerini ele alıyor.
Sağlık alanındaki bilimsel verilerden hareketle, dil uyumsuzluğunun hizmet kalitesini düşürdüğünü; ana dilde eğitim talebinin ise uzun vadede bölünmeyi tetikleyen bir siyasi mühendislik olduğunu ortaya koyuyor.
Irak Kürdistan Bölgesi örneği üzerinden, dil temelli ayrışmanın nasıl özerkliğe ve ayrı kurumsal yapılara dönüştüğünü açıklıyor ve Türkiye’nin “dil birliğini” koruması gerektiğini vurguluyor.

İmralı Ziyareti ve Yeni Siyasi Eşik: Kimlik Mühendisliği Tartışması Nereye Gidiyor?

İmralı ziyaretiyle birlikte süreç, açılım döneminin de ötesine geçen yeni bir aşamaya taşındı. 1999’dan bu yana atılan adımların, uluslararası pazarlıkların ve iç politik dengelerin bugünkü tabloyu hazırladığı görülüyor. Toplumun büyük bölümünde Öcalan’ın yeniden muhatap alınmasına yönelik tepki artarken, “eşit yurttaşlık” söyleminin de yeni bir kimlik mühendisliği zemini oluşturabileceğine dair soru işaretleri büyüyor. Türkiye’nin ihtiyacı, tüm vatandaşları birey olarak güçlendiren, devlete güveni artıran ve üniter yapıyı koruyan bir stratejidir.

Arap–Kürt–Türk Üçgeni ve Yeni Yurttaşlık Tartışması: Türkiye Nereye Gidiyor?

Türkiye’de son günlerde eş zamanlı biçimde gündeme gelen “Araplar bizi sırtımızdan vurmadı” çıkışı, “Türk–Kürt–Arap ittifakı” önerisi ve İmralı tartışması, yeni bir kimlik mühendisliği sürecine işaret ediyor. Tarihsel arka plan, emperyal stratejilerin Türk–Arap bağını koparmaya yönelik olduğunu gösterirken; bugün asıl tehlike, Anayasa’nın 66. maddesindeki “Türk milleti” tanımının sulandırılmasıdır. Türkiye’nin ihtiyacı, dinî kardeşliği istismar etmeyen; Türkiye merkezli, üniter yapıyı güçlendiren bir stratejidir.

Açılımın Kırılgan Anatomisi: ASALA’dan 2025 İmralı Tartışmasına Uzanan 50 Yıllık Çizgi

Türkiye’nin bugün yeniden tartıştığı İmralı’ya heyet gönderilmesi meselesi, son 50 yılın jeopolitik ve siyasal gelişmelerinin birikimidir.
ASALA teröründen PKK’nın kuruluşuna, Körfez Savaşı’ndan 1 Mart Tezkeresi’ne, 2005 Diyarbakır konuşmasından Oslo ve Çözüm Süreci’ne, 2017 Başkanlık Sistemine ve nihayet 2025 İmralı tartışmasına uzanan çizgi; Türkiye’nin güvenlik mimarisinin sürekli olarak dış baskılar, iç siyasal ihtiyaçlar ve bölgesel denklemler tarafından şekillendirildiğini gösteriyor.

Bugünün gündemi bir “siyasi refleks” değil; 1970’lerden bu yana açılan-kapanan döngünün yeni durağıdır.
Çözüm ise: Türkiye merkezli strateji, Atatürk’ün akılcı-devletçi yaklaşımı ve Müslüman Türk kimliğinin birleştirici zemini üzerinden yeni bir ulusal güvenlik doktrini oluşturmaktır.

Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi