14 Eylül 2025 Pazar

Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi

Zengezur Koridoru, İmralı Görüşmeleri ve Üniter Devlet Gerçeği

Prof. Dr. Haydar Baş’ın yıllar önce dile getirdiği “Müslüman Türk kimliği”, “devlete ebedilik sıfatı” ve “büyük devlet cesaret ister” uyarıları, bugün Türkiye’nin karşı karşıya olduğu bölgesel yalnızlık ve stratejik kayıplar karşısında hâlâ yol gösterici nitelikte. Zengezur Koridoru’nun kaybedilmesi, KKTC’nin Türk Cumhuriyetleri tarafından tanınmaması ve “Terörsüz Türkiye” söylemiyle kurulan komisyon gibi gelişmeler, yanlış politikaların ve üniter yapıyı zayıflatacak adımların tehlikesini ortaya koyuyor. Çözüm; güçlü kimlik, cesur diplomasi ve ortak değerlerde birlik.

Zengezur: Kaçırılan Fırsat, Kayıp İnisiyatif

Zengezur Koridoru, Türkiye’yi doğrudan Nahçıvan ve Azerbaycan üzerinden Orta Asya’ya bağlayan stratejik bir hattır. 2020’den itibaren Türkiye, koridorun işletmesine talipti; projeler ve ihaleler planlandı. Ancak Ermenistan’ın egemenlik itirazları, Rusya’nın bölgesel baskısı ve ABD’nin hızlı diplomatik hamlesi sonucu, 8 Ağustos 2025’te imzalanan “Trump Rotası” anlaşmasıyla koridorun 99 yıllık işletme hakkı ABD’ye geçti. Türkiye hattı kullanabilecek, ancak işletme kontrolü ve gelirleri başka bir ülkenin elinde olacak. Bu, ekonomik kazançtan çok stratejik inisiyatifin kaybı anlamına geliyor.

İttifak Tartışmaları Alevleniyor: Kim, Nerede Duruyor?

Bu köşe yazısı, İYİ Parti’nin Bursa mitingi ekseninde başlayan “üçüncü yol” tartışmalarını değerlendiriyor. Yazıda, ittifak tartışmalarının zamanlaması, ilkesel duruşun gerekliliği, BTP’nin mitinge verdiği destek ve “devlet aklı” kavramı üzerinde duruluyor. CHP ile İYİ Parti mitingleri karşılaştırılıyor, DEM Parti ile yürütülen süreçte iktidarın tutarsız söylemleri sorgulanıyor. Son olarak, ekonomik krizin halk nezdindeki etkisi ve yaklaşan seçimlerde seçmen reflekslerinin nasıl şekillenebileceği tartışılıyor. Yazar, seçim süreci beklenmeden adalet, liyakat ve ilkeler temelinde bir duruşun sergilenmesinin stratejik bir zorunluluk olduğunu vurguluyor.

Sahte Diploma, Dijital Tehdit

Sahte diploma skandalı, bireysel bir sahtekârlığın ötesinde, Türkiye’nin dijital kamu altyapısındaki güvenlik açıklarını gözler önüne sermiştir. E-imza sistemindeki zayıflıklar, sahte belgelerin kolayca sisteme entegre edilmesine olanak tanımaktadır. Bu durum sadece akademik alanda değil, seçim güvenliği, tapu, vergi gibi hayati alanlarda da ciddi riskler doğurmaktadır. Adaletin sadece mahkeme salonlarında değil, dijital süreçlerde de tecelli etmesi gerektiği vurgulanmakta; hukuki yaptırımların caydırıcı biçimde uygulanması ve sistemin yeniden yapılandırılması çağrısı yapılmaktadır.

Komisyon Değil, Akil Adamlar 2.0: Terörsüz Türkiye Süreci Gerçekten Ne?

TBMM’de kurulan “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu”, ismiyle umut vadetse de içeriğiyle 2013’teki “akil adamlar heyeti” sürecine benziyor. Prof. Dr. Haydar Baş’ın o dönem yaptığı uyarı hâlâ geçerli: “Halkı değil, Kandil’i ikna edin.”

Cemil Bayık’ın son açıklamaları, bu sürecin sadece silahsızlanmayla sınırlı olmadığını, PKK’nın siyasi taleplerinin karşılanmasını hedeflediğini ortaya koyuyor. Bayık açıkça, CHP’nin komisyonda bulunmasını meşruiyetin şartı olarak sunuyor.

Bülent Ecevit’in yıllar önce söylediği gibi:

“Türkiye’de Kürt sorunu yok. Sorun, hizmet eşitsizliği ve dış müdahaledir.”

Lozan’da çizilen sınır nettir:

“Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür.” (Anayasa Md. 66)

Etnik kimlik siyaseti, ülkenin birlik ve bütünlüğüne zarar verir. Gerçek çözüm, hukukta eşitlik, yönetimde adalet, hizmette tarafsızlık ile mümkündür.

Komisyon Mu, İllüzyon Mu?

TBMM’de kurulan “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu”, iktidarın “Terörsüz Türkiye” süreci kapsamında yapılandırıldı. Ancak geçmişte halkın lehine olan 11 farklı komisyon önerisini reddeden siyasi iradenin bugün bu komisyonu kurması, ciddi bir çelişki yaratıyor.
BTP Genel Başkanı Hüseyin Baş, bu durumu şu sözlerle eleştiriyor:
“Yanlış bir proje Meclis’e taşınıyor, böylece sorumluluk millete yıkılmak isteniyor. Devletin anayasasına aykırı projesi olamaz.”
CHP dahil bazı partiler sürece temkinli katılırken, İYİ Parti henüz üyelik bildirmedi.
Bu tablo, gerçek bir toplumsal mutabakat üretmekten çok, siyasi meşruiyet arayışına işaret ediyor.
Sorulması gereken soru açık: Birlik görüntüsü mü istiyoruz, yoksa gerçekten birlikte çözüm mü?

Devletin Ebediyet Ufku ve Bugünün Siyasi Gerçekliği

Bugün Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu şey, komisyondan komisyona sürüklenen siyasi uzlaşı arayışı değil; ebedi devlet şuuruyla şekillenmiş, milletin müşterek değerlerini esas alan, ferasetli ve cesur bir devlet politikasıdır.
Bu vizyonu hatırlatanlara kulak verilmeden, “terörsüz Türkiye” yalnızca bir slogandan ibaret kalacaktır.

CHP’nin Kırılma Hikâyesi: SHP’den “Terörsüz Türkiye” Sürecine

CHP’nin Kürt meselesine yaklaşımı, SHP döneminden itibaren kimlik siyasetini meşrulaştıran adımlarla şekillenmiş; bu çizgi, günümüzde “Terörsüz Türkiye” sürecine verilen zımni destekle devam etmektedir.

İstikamet Kaybı: Sapma Küçük Başlar, Kayıp Büyük Olur

Bir okçu, yayını çektiğinde niyeti hedeftir. Ama ok yaydan çıkarken yönünden sadece bir derece sapsa bile, mesafe ilerledikçe hedefi tamamen ıskalar. Ve o sapma, ilk anda fark edilmez. Ne var ki yüz metre sonra, artık geri dönüşü olmayan bir kopuş başlar. Bu hem bireyin hem de toplumun davası için geçerlidir. Sapmalar küçük başlar, kayıplar büyük olur.

PKK Bitti mi, Yeni Anayasa Gerçek Gündem mi?

“PKK bitti” söylemiyle kamuoyu oyalandı, ama gerçek sahada başka türlü gelişti. Türkiye içindeki silahlı varlık sınır ötesine kaydırılırken, ABD destekli yapılar kurumsallaştı. İktidar cephesinden gelen çelişkili açıklamalar, halkın geçim ve adalet beklentilerinin önüne “yeni anayasa” tartışmalarını koydu. Oysa toplumun asıl ihtiyacı, güçlü bir anayasa değil, güven veren bir yönetim anlayışıdır.

Zaman Makinesiyle Geri Gitsek, Neleri Değiştirirdik?

Bu yazı, Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı kimlik temelli bölünmelerin, mezhep merkezli çatışmaların ve toplumsal refleks kayıplarının arka planına ışık tutuyor. Mustafa Kemal Atatürk’ün millî birlik ve barış eksenli politik vizyonu zamanla aşındı; Prof. Dr. Haydar Baş’ın uyarıları ise dikkate alınmadı. 1990’lardan itibaren mezhepçi vekâlet savaşlarına zemin hazırlayan gelişmeler, Suriye kriziyle birlikte derinleşti. Bu süreçte Dinlerarası Diyalog projeleri, toplumun dinî reflekslerini zayıflatırken, millî-manevî değerlerin altı oyuldu. Haydar Baş’ın Ehl-i Beyt merkezli tevhid çağrısı, sadece inanç değil aynı zamanda toplumsal barış için de stratejik bir çıkıştı. 15 Temmuz sonrası ortaya çıkan gerçekler, bu uyarıların ne kadar isabetli olduğunu göstermiştir. Şimdi geriye dönüp sormak gerekiyor: Zaman makinesiyle geri gitsek, gerçekten bir şeyler değiştirir miydik?

Yeni Anayasa: 400 Vekil mi, Referandum mu?

1 Mart Tezkeresi örneği, geçmişte Meclis’in halk iradesiyle çelişmeyen bir tutum takınarak Türkiye’yi krizden kurtardığını gösteriyor.

Bugün yürütülen “Yeni Anayasa” süreci, teknik açıdan disiplinli ama halkın çıkarları açısından tartışmalıdır.

İktidar, 400 vekil sayısına ulaşmak istiyor; Uçum’un “referandum” açıklaması ne anlama geliyor?
Bu süreç, psikolojik ve toplumsal mühendislik yöntemleriyle halkı ikna etmeyi hedefliyor olabilir.

Son gelişmeler, halkta tedirginlik yaratmakta; bu nedenle süreçte şeffaflık ve toplumsal meşruiyet şarttır.

CHP’nin tavrı muğlak; hem direnç gösteriyor hem de yer yer iktidarın söylem alanına sıkışıyor.

Saraçhane örneği, halkın siyaset sınıfının önüne geçtiğini gösteriyor.

Asıl görev, halkın taleplerini önceleyen, ilkeye dayalı, özgün bir siyaset üretmektir.

Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi