14 Eylül 2025 Pazar

Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi

Karanlıkta Yanan Bir Işık: 1987’de Düşülen Notlar, 2025’in Gerçekliği

Bir milleti millet yapan şey, yalnızca sınırları çizilmiş topraklar değil; o topraklarda kök salmış inançlar, nesilden nesile taşınan değerler, uğruna yaşanacak bir maneviyattır. 1997 yılında yapılan Dini ve Milli Bütünlük Kurultayı, sadece bir akademik toplantı değil; zamanlar üstü bir irade beyanıdır. Haydar Hoca’nın öngörüleri, birer kehanet değil; geleneğe yaslanan bir aklın, milletine duyduğu vefanın yüksek sesle ifadesidir.

Bugün hâlâ bu metin konuşuluyorsa, bu bir geçmişe özlem değil, kökünü bilen bir milletin hâlâ tutunabileceği dallarının olduğuna işarettir. Göz göre göre içine düştüğümüz parçalanma, ancak maneviyatla örülmüş bir birlik şuuruyla aşılabilir. Bu şuur, Mevlana’nın dilinde vuslat, Yunus’un gönlünde kardeşlik, Hacı Bektaş’ın irfanında paylaşmadır.

Kerbelâ’dan Günümüze: Yalnızlığın İmtihanı ve Hüseynî Duruşun Gerekliliği

İmam Hüseyin’i Kerbelâ’da yalnız bırakanlar, bugün de hakikatin yanına yaklaşmaktan çekiniyor.
Hüseyin olmak zordur, evet. Ama Hüseynî bir duruş sergilemek, bugün artık bir tercih değil, bir vicdan mecburiyetidir.
Tarihin ağır dönemlerinde ışığı taşıyanlar, kalabalıkların değil, vicdanların izini sürenlerdi.
Yeni Hüseyin’ler, ancak yalnız bırakılmadıklarında, sadece anılmakla değil, yaşatılmakla var olurlar.

Elektrik Faturaları Neden Düşmüyor? Kapasite Ödemeleri ve Gizli Bedeller

Faturalar Neden Düşmüyor?
TEİAŞ, Mayıs 2025’te 32 elektrik santraline 2 milyar TL ödedi. Üretim yok, sadece “hazır beklesinler” diye.

Bu paralar kimin cebinden çıkıyor? Bizim.
Faturada “kapasite bedeli” yazmıyor ama hepimiz ödüyoruz.
Avrupa’da ihtiyaç kadar, kriz için ödeniyor. Bizde her ay milyonlarca lira akıyor.

Enerjide şeffaflık, rekabet ve kamusal denetim şart!

Atatürk’ü Din Düşmanı Gibi Göstermeye Çalışanların Asıl Derdi Nedir?

Mustafa Kemal Atatürk’ü dinden soyutlayarak Cumhuriyet’i gayrimeşru göstermek isteyenler ile, dini siyasallaştırarak Cumhuriyet’in temelini oymaya çalışanlar aynı hedefe hizmet etmektedir:

Türk milletinin tarihsel hafızasını silmek, ortak değerlerini çatıştırmak, “biz” duygusunu parçalamak…

Kerbelâ’yı Anlamak, Gazze’yi Doğru Konumlandırmaktır

Kerbelâ bir duruştur; Gazze bir çağrıdır. Biri içeriden gelen çürümeye karşı bir uyanıştır, diğeri dışarıdan gelen zulme karşı bir direniştir. İkisini aynılaştırmak, Hüseyin’i tanımamak, Yezid’i sıradanlaştırmaktır.

Cumhuriyetin Temelleri ve Yeni Dönemin Sinyalleri

Mesele, yalnızca bir anayasa değişikliği değil; milletin birlik zeminini oluşturan vatandaşlık tanımının yeniden şekillendirilmesidir. Bu süreç, Cumhuriyetin temeline yerleştirilen ortak aklı, eşit yurttaşlığı ve Müslüman Türk milleti anlayışını parçalayabilecek nitelikte tehlikeler barındırmaktadır.

Böylesi bir dönemde en büyük sorumluluk millettedir.
Bugün halkımız şunu açıkça ifade etmelidir:
“Benim kırmızı çizgim Mustafa Kemal Atatürk’tür. Onun ilkeleri etrafında birleşmeyenle yürümem.”

PKK Silah Mı Bırakıyor, Yoksa Mizansen mi? Haydar Baş 1998’de Uyarmıştı…

Karşımızda artık yalnızca bir örgüt değil, uluslararası meşruiyet arayan, bölgesel destekle güçlenmiş yarı-devlet niteliğinde bir yapı bulunmaktadır. Bu nedenle, silah bırakma yalnızca fiziksel silahların değil, bu yapının arkasındaki ittifakların da tasfiyesiyle anlam kazanabilir. Aksi takdirde bu süreç, çözüm değil; bölünmeyi sahneleyen bir siyasal mizansen olarak tarihe geçecektir.

Karikatür Krizi, Şeyh Said Gündemi ve Siyasal İtibar Restorasyonu: Görünenden Fazlası

Karikatür krizi, toplumsal hassasiyetleri tahrik eden bir zemin olarak kullanılmıştır.

İktidar, bu kriz üzerinden “mukaddesat savunucusu” kimliğini yeniden kazanmıştır.

Muhalefet, kutsal değerler karşısında mesafeli ve savunmacı bir pozisyona itilmiştir.

Gerçek gündem olan ekonomik kriz, işsizlik, adaletsizlik görünmez kılınmıştır.

Şeyh Said gibi tarihî figürler, Cumhuriyet karşıtı bir zeminin sembolü hâline getirilmiştir.

Sevr’i çağrıştıran tarihsel kırılmalar, din ve etnik kimlik ekseninde yeniden üretilmektedir.

Leman’ın çizimi, zamanlama ve bağlam açısından net olarak bilinçli provokatif işlevdir. Toplumun kutsallarını korumak, yalnızca siyasi refleksle değil, tarih ve bilinç süzgecinden geçerek yapılmalıdır.

Muhalefet Neden Kaybediyor? Eurofighter Typhoon Üzerinden Bir Okuma

Türk siyaseti uzun zamandır ideolojik kutuplaşmanın sınırlarında salınıyor. Bu ortamda AK Parti, milliyetçi-muhafazakâr zeminlerde “yerli ve milli” vurgularla seçmen dinamizmini diri tutmaya çalışmaktadır. Ancak somut verilere bakıldığında, millilik ve yerli üretim konusunda beklenenin oldukça gerisindedir. Dünya sıralamalarında savunma teknolojisi, AR-GE ve sanayi üretiminde hâlâ birçok ülkenin gerisinde yer almaktadır. Buna rağmen yürüttüğü faaliyetleri bu yönde […]

NATO Savunma Harcaması Kararı ve Türkiye: Güvenlik mi, Bağımlılık mı?

NATO Lahey Zirvesi’nde 2035 yılına kadar GSYİH’nin %5’inin savunma harcamalarına ayrılması kararı, kağıt üzerinde güvenlik artırımı gibi görünse de, gerçekte çoğu NATO ülkesi için yeni bir dış bağımlılık tuzağıdır.
Savunma stratejilerinde belirleyici olan unsur, kiminle dost olduğumuz değil; neyi kendimiz üretebildiğimizdir.
Türkiye, kendi silahını, radarını, motorunu yapamıyorsa; hangi bloğa dâhil olursa olsun, o bloğun pasif bir tüketicisi olarak kalacaktır.
Yerli savunma sanayii, sadece bir ekonomi başarısı değil; milli egemenliğin en kritik teminatıdır.

Neo-Con Masasında Çizilen Harita: İran, İsrail ve Unutturulan Gazze

Ortadoğu yeniden dizayn edilmek isteniyor, ama haritalar artık sadece sınırları değil, zihinleri de hedef alıyor.
Neo-Con akıl; demokrasi ve özgürlük söylemleriyle bölgeyi kaosa sürüklüyor, istikrar değil, daimi kriz inşa ediyor.
Gazze’de akan kanı unutturmak için İran-İsrail gerilimi parlatılıyor. Postmodern dikkat saptırma stratejileri iş başında.
Türkiye için en doğru yol, ne Batı’nın hamiliği ne de doğrudan cepheye sürülmek; aklın ve hakkaniyetin temsilcisi olmak.
Hüseyin Baş’ın işaret ettiği gibi: “Türkiye savaşın değil, çözümün tarafı olmalıdır.” Çünkü bu yalnızca diplomatik değil, millî bir zorunluluktur.

Maden Politikamız: Milli Servetin Sessiz Talanı

Bu millet yeryüzünün olduğu kadar yer altının da sahibidir.
Ne var ki, mülkiyeti millete ait olan bu kaynaklar, yıllardır halkın değil; holdinglerin, yabancı şirketlerin ve onların yerli işbirlikçilerinin çıkarına sunulmaktadır.
Lozan’a sığınıp üretmeyenler, şimdi aynı Lozan’ı yok sayarak bu zenginlikleri yağmalatmaktadır.
Maden politikası artık yalnızca çevre meselesi değil, bir milli egemenlik meselesidir.

Mesele zeytin değil; mesele, memleketin yerin altı üstüne getirilmeden nasıl ayağa kalkacağıdır.

Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi