7 Kasım 2025 Cuma

Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi

OVP’de Hedefler Boş Hava mı, Gerçekçi Yol Haritası mı?

Hükümetin açıkladığı 2026–2028 OVP, enflasyonu tek hanelere indirme ve büyümeyi hızlandırma hedefleri içeriyor. Ancak geçmiş OVP’lerde benzer vaatler verildi, fakat hedeflerin çoğu tutmadı. Enflasyonun temel nedenleri ortadan kaldırılmadan ve yapısal reformlar yapılmadan bu rakamların gerçekleşmesi zor görünüyor. Halkın beklentisi ise tablo süsleyen hedefler değil, mutfakta hissedilen çözümler.

Tarla ile Market Arasındaki Makas: Kimin Cebine, Kimin Zararına?

Türkiye’de üretici ile tüketici arasındaki fiyat farkı her geçen gün büyüyor. Karacabey Ovası’nda kilosu 30 kuruşa düşen karpuzun markette 10 liraya satılması, sistemin nasıl işlediğini gözler önüne seriyor. Çiftçi zarar ediyor, tüketici pahalıya alıyor, kazanan ise aracılar ve spekülatörler oluyor. Çözüm, kooperatifleşme, alım garantisi, ücretsiz tarım sigortası ve devletin pazar açıcı rolünü üstlenmesinde yatıyor.

Siyasette Deprem!

Türkiye’de son dönemde yaşanan siyasi gelişmeler, adalet ve devlet kurumlarının korunmasının hayati önemini ortaya koyuyor. Hüseyin Baş’a açılan re’sen soruşturma ile başlayan süreçte, muhalefetin ortak bir duruş sergileyememesi eleştiriliyor. 19 Mart’ta Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınması “cambaza bak” oyunu olarak nitelendirilirken, halkın gerçek gündemi olan ekonomi, eğitim ve sınav yolsuzlukları geri planda kaldı. Yazıda, siyasetin deprem gibi sarsıcı bir süreç yaşadığı, lokal çözümler yerine bütüncül yaklaşım gerektiği vurgulanıyor. Hüseyin Baş’ın her mağdurun yanında olduğu ve ifade özgürlüğünü savunduğu hatırlatılıyor. 4 Eylül’deki duruşmada muhalefet yokken milletin varlığına dikkat çekiliyor. Sonuç olarak, Atatürk’ün ilk inkılaplarına sadık kalınarak milletin iradesine sahip çıkılması gerektiği ifade ediliyor.

Tarımda Zincir Kırıldığında…

Türkiye tarımında son 20 yıl büyük kırılmaların yaşandığı bir dönem oldu. Kotalarla başlayan süreç, pamuktan buğdaya, şeker pancarından tütüne ve üzüm bağlarına kadar her alanda üreticiyi tasfiye etti. TÜİK verilerine göre çiftçi sayısı 2002’den bu yana yarı yarıya düştü, genç nüfus tarımdan uzaklaştı. Artan maliyetler, ithalat politikaları ve özelleştirmeler, tarımı milli güvenlik meselesi haline getirdi. Çözüm ise üreticiye garanti, gençlere teşvik, modern sulama ve dışa bağımlılığı bitirecek milli politikaların hayata geçirilmesinden geçiyor.

Kuraklık Felaketi Kapıda: Tarım Politikası Yeniden Yazılmalı

Türkiye tarımı, don ve sel afetlerinin ardından şimdi de ciddi kuraklık tehdidiyle karşı karşıya. Sulama randımanı %52 seviyesinde, kişi başına düşen su miktarı hızla “su fakirliği” sınırına yaklaşıyor. Gençlerin tarımdan uzaklaşması, artan borç yükü ve kayıt dışılık üretimi daha kırılgan hale getiriyor. Uzmanlara göre çözüm yalnızca sulama yatırımlarıyla sınırlı değil; susuz tarım tekniklerinin canlandırılması, ürünlerin yerinde işlenerek katma değer yaratılması ve Prof. Dr. Haydar Baş’ın “Dar Bölge – Geniş Kalkınma Modeli” ile desteklenmesi gerekiyor. MEM çerçevesinde devlet alım garantisi, üretim maliyet desteği, sigorta ve faizsiz finansman gibi adımlar atılmadan hem çiftçi hem vatandaş kaybetmeye devam edecek.

Hal Yasası: Çiftçiyi Görmeden Sofraya Çözüm Gelmez

“Hal Yasası” ilk çıktığında üreticiyi koruyacak, tüketiciye ucuz ürün sağlayacak denmişti. Bugün ise tablo tersine dönmüş durumda: Çiftçi emeğinin karşılığını alamıyor, vatandaş pahalıya mahkûm oluyor. Yeni taslakta bazı olumlu adımlar bulunsa da temel sorunlar çözülmeden yapısal dönüşüm sağlanamaz. Çözüm, Prof. Dr. Haydar Baş’ın Milli Ekonomi Modeli’nde öngördüğü üretim maliyet garantisi, devlet alım güvencesi, afet sigortası, kooperatifçilik ve faizsiz finansman gibi önerilerde yatıyor.

30 Ağustos: Milletin Bağımsızlık Manifestosu

30 Ağustos Zafer Bayramı, yalnızca askeri bir zafer değil, milletimizin iradesini, imanını ve kararlılığını dünyaya ilan ettiği bir dönüm noktasıdır. Prof. Dr. Haydar Baş’ın “Milli bayramlarını kutlamayan milletler, dini bayramlarını kutlayacak vatan bulamazlar” sözü bu gerçeği özetlemektedir. BTP İstanbul İl Başkanlığı’nın düzenlediği kutlama programında da vurgulandığı gibi, 30 Ağustos bir milletin küllerinden yeniden doğuşunun adıdır. 103 yıl önce emperyalizmi diz çöktüren bu ruh, bugün de bağımsızlık ve ekonomik özgürlük mücadelesinin yol haritasını çizmektedir.

Kentsel Dönüşümde Sorun Yeni Bir Kat Değil, Devletin Sahada Görünmezliği

Kentsel dönüşümde son dönemde gündeme gelen Mansard çatı hakkı ve “Yarısı Bizden” gibi teşvikler, süreci hızlandırmaya yönelik adımlar olsa da esas sorunun çözümünü sağlamıyor. Bugün birçok aile evleri yıkıldıktan sonra hâlâ kirada, bazı projelerde ise temel bile atılmadı.

Ana mesele, devletin ve belediyelerin sahada etkin bir hakem ve denetleyici rol üstlenmemesi. Vatandaştan “farkındalık” bekleniyor ama hukuki ve teknik ayrıntılarla baş başa bırakılan vatandaşın tek güvencesi devlet olmalı.

Sorun yeni bir kat değil, sahadaki görünmezliktir. Eğer devlet ve belediyeler süreci aktif şekilde yönetmezse, kentsel dönüşüm mağdurları evsiz kalmaya, boş arsalar da belirsizlik içinde atıl durmaya devam edecek.

Dün SHP, Bugün AKP-MHP: Senaryo Aynı

Türkiye siyasetinde transferler, hizalanmalar ve ittifaklar tesadüf değil. 1989 Paris Konferansı’ndan bugüne uzanan süreçte senaryo değişmedi, sadece aktörler değişti. Dün SHP üzerinden meclise taşınan fikirler, bugün AKP–MHP öncülüğünde sahneleniyor. Sağ–sol ayrımının ötesinde, mesele milletin iradesiyle mi yoksa dış planların iradesiyle mi yol alındığıdır.

👉 Çözüm, ayrışmalarda değil; birlik ve beraberliği yeniden inşa edecek bir siyaset anlayışındadır.

Transfer Sezonu: Siyaset mi, Toplum mu?

Türkiye’de siyasette artan parti transferleri, sadece siyasi etik sorunu değil; milletin iradesine, meclisin onuruna ve toplumun adalet duygusuna zarar veren bir krizdir. Bugün tartışılan Mansur Yavaş ya da diğer isimler değil; asıl mesele toplumun değerlerinin korunmasıdır. Futboldaki transferlere benzetilen bu süreç, siyaseti bir “pazara” dönüştürmekte ve vatandaşın demokrasiye güvenini zedelemektedir. Eğer toplum adalete inanmaz, liyakati ölçüt kabul etmez, seçimlerin anlamına güvenmezse; ekonomik ve yasal reformlar yetersiz kalacak, nesiller boyunca sürecek bir toplumsal çözülme yaşanacaktır. Bu yüzden en büyük ihtiyaç, eğitim, ahlak, liyakat ve birlik ruhunun korunmasıdır.

Depremi Unutmak, Geleceği Kaybetmektir

Deprem gerçeği, bütün bu tartışmaların çok ötesinde bir meseledir. Eğer bir sabah yeniden binlerce vatandaşımızı kaybedersek, anayasanın hangi maddesinin değiştiğini, kimin iktidarda olduğunu kimse hatırlamayacak.

O yüzden siyaset üstü bir sorumlulukla hareket etmeliyiz. Kentsel dönüşümü rant değil, insan odaklı planlamalıyız. Depremi unutmamalı, unutturmamalıyız.

Çünkü depremi unutmak, geleceği kaybetmektir.

Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi