24 Kasım 2024 Pazar

Ekonomideki Durgunluğun çözümü Milli Ekonomi Modelidir

Küresel ekonomi, çok kırılgan olduğu ve zayıf bir zemindeyken salgın ile karşı karşıya kaldı.

2009 küresel durgunluğundan bu yana, tüm ülke gruplarındaki büyüme çoğu yıl kriz öncesi ve uzun vadeli ortalamaların altında kaldığı görülmektedir.

Ve 2019’da küresel ekonomi, son on yılda en zayıf büyüme performansını göstermiştir, şimdilerde derin bir durgunluk (Resesyon) yaşanmaktadır (1).

Bu durgunluğun şiddeti ve süresi çok çeşitli faktörlere bağlı olacaktır:

  • Pandemi kaynaklı kısıtlamaların yoğunluğu ve süresi,
  • Tüm dünyayı etkileyecek noktadaki büyük ülke ekonomilerindeki gelişmelerin küresel yayılımları,
  • Ülke yöneticilerinin finansal piyasa stresini önleme ve durgunluktan zarar gören firma ve hane halklarını koruma becerisi,
  • Virüsün davranışı,
  • Tıbbi ve diğer bilimsel ilerlemelerin virüsle mücadeledeki başarısı.

Literatüre baktığımızda, 1918 İspanyol gribinin kısa vadeli büyüme sonuçlarının araştırıldığı bir bilimsel çalışmada ilk gayrisafi yurt içi hasıla kayıpları yüzde 1-8 aralığında bulunmuştur.

Ancak, mevcut pandemide benzeri görülmemiş nitelikte kısıtlamalar alınmak yapılmak zorunda kalınılmıştır. Yetmedi, dünya ekonomisi, pandemiye kırılgan halde yakalanmıştır. Bunlar dikkate alındığında, kısa vadeli ekonomik kayıp tahminlerinin önemli ölçüde artacağı açıktır (2).  

Önemli bir belirsizlik olsa da, şiddetli salgınların ekonomi üzerine etkileri üzerine yapılan çalışmalar, gelişmekte olan ülkelerin kısa vadede yüzde 3-8’lik üretim kayıplarına maruz kalabileceğini bulmuştur (3).

Bazı çalışmalar, mevcut ekonomik sistemle COVID-19’un ekonomik maliyetlerinin çok yüksek olacağını belirtmektedir. Yapılan bir simülasyon çalışmasında, perakende, seyahat ve diğer hizmet endüstrileri üzerindeki kısıtlamalardan dolayı OECD ekonomilerinde üretimin yüzde 25 azalacağı öngörülmüştür. ABD’de yapılan bir çalışma var. ABD için stilize edilmiş bir modelde tüketimin yüzde 22 oranında düştüğü tespit edilmiş. Aynı çalışmada etkilerin en az 2 yıl süreceği ve kısa sürede her şey normale dönse de 1 yıl içinde tüketimin en az yüzde 7 azalacağı belirtiliyor (2). 

Dünyanın büyük ekonomilerindeki büyüme yavaşlaması, ekonomi politikası ile ilgili belirsizlikler ve finansal piyasalardaki dalgalanmaların gelişmekte olan ülkelerde de kısa vadeli üretim ve yatırım büyümesi üzerinde de ağırlık kazanması kaçınılmazdır.

Rapora göre Finansal güvenlik açıkları:

  • Gelişmekte olan ülkelerde büyük borç yükleri,
  • Borçlanma maliyetlerindeki keskin artış,
  • Finansmana daha sınırlı erişim.

Ve bunun sonucunda da ekonomiler, ekstra gelişmelere karşı özellikle savunmasızdır.

2007-2019 yılları arasında Gelişmiş ülkelerde devlet borcu yaklaşık yüzde 11 oranında artarak gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 55’ine ulaşmıştır.

Borç oranlarındaki bu artış oranı,  gelişmekte olan ülkelerin dörtte üçünde yüzde 20’nin üzerindedir.

Düşük gelirli ülkelerde, 2000-2010 arasındaki sert düşüşün ardından, devlet borcu 2018’de gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 67’sine yükselmiştir (4).

Türkiye’de dış borç stokunun gayrisafi yurt içi hasılaya oranı 2018’de yüzde 56,7 iken; 2019 yılında yüzde 60,6 olmuştur. AKP iktidarının belki de ana sebebi olan 2001 ekonomi krizinde bu oran yüzde 53 civarı idi. Bunu hatırlatmak isterim. 

Bazı kaynaklarda, Türkiye’de kamu borcunun yüzde 32,5 olduğunu göreceksiniz. Bu verilerin farklılığı, Türkiye’de borç stokunun yapısının değişmesidir. 2002 yılından bu yana borç stokunda kamu sektörünün payı yüzde 50’den yüzde 30’a düşerken; özel sektörün borcu yüzde 33’ten yüze 70’e yükselmiştir (5).

Bunun iki ana nedeni vardır. Birincisi hükümetin borçlanmaları direkt IMF ya da Dünya Bankasından yapma yerine devlet tahvilleri ile özel bankalar üzerinden gerçekleştirmesidir. İkincisi de devlet işletmelerinin neredeyse tamamının özelleştirilmiş olmasıdır. Ve yine hatırlatmak isterim, bu borçların ödenmesi “devlet garantisi” altındadır. Yani borcun alt başlığı değişmiştir. Sonuç olarak borç stoku ciddi anlamda artmıştır.

Dünya Bankasının raporunda durgunluğun, daralmanın ana sebebi olarak tüketimdeki hızlı düşüş gösterilmiştir. İşte bu noktada yine hemen akla Prof. Dr. Haydar Baş ve Milli Ekonomi Modeli gelmektedir.

Milli Ekonomi Modeli’nde bozulan dengenin tekrar denge düzeyine ulaşabilmesi için dışarıdan müdahalenin şart olduğu öngörülür. Bu ekonominin büyümesine de ışık tutacaktır. Yine model, ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını giderdikçe, tüketicinin gelir düzeyini arttırdıkça büyüyen bir ekonomiyi öngörür. Modele göre, önce talep desteklenir, oluşan talebe göre arz sağlanır. Böylece üretimin desteklenmesi, tüketim desteklenmesi ile sağlanır.

Kapital sisteme göre, piyasalardaki denge maliyetli para ile sağlanır. Yani piyasadaki dengesizlik borçlanma ile sağlanır. Zaten yukarıda bahsettiğimiz gelişmekte olan ülkelerdeki borç stokunun her gün artmasının sebebi kapital ekonomik sistemin uygulanmasıdır. Zaten kapital sistemi kaleme alanların amacı da budur. Prof. Dr. Haydar Baş’ın sık sık ifade ettiği gibi, kapitalizm, gelişmekte olan ülkelerin emeği ve üretimi ile elde ettiği gelirin gelişmiş ülkelere transferidir. Kapitalizm, çağımızın modern sömürgeciliğidir. Sömürgecilik, devam etmektedir. Sadece şekli değişmiştir. Tarih boyu güçlü olan daima sömürmüş, zayıf olan daima köle olup ezilmiştir. Ekonomik olarak borçlandırma ve özelleştirmeye teşvik bu ülkelerin sömürge haline getirilmesidir. Görüldüğü gibi, gelişmiş ülkeleri ayakta tutan diğer ülkelerin kaynaklarıdır.

Mili Ekonomi Modeli, piyasadaki dengeyi sağlamak, yani tüketimi desteklemek için senyoraj gelirinin devreye konulmasını şart koşmuştur. Yukarıdaki belirttiğimiz gibi Türkiye’nin gayri safi milli hasılasının yüzde 60’ı borç ödemeye gitmektedir. Yani, borç olarak alınan paranın maliyeti gelirimizin çoğunluğunu yok etmektedir.

Milli Ekonomi Modeline göre büyümeyi karşılayacak tüketim miktarının üretimden elde edilen gelirle sağlanması mümkün değildir. Ve bu nedenle, eksik kalan tüketim miktarının emisyonla kapatılmasının zaruri olduğunu öngörür. Emisyonun ekonomiye giriş noktası da sosyal devlet projeleriyle formülize edilmiştir. Bu yaklaşım gelir dağılımındaki dengesizliği ortadan kaldırarak, talebi artırır ve durgunluğu engeller. Tüketim ile üretim arasındaki dengenin Milli Ekonomi Modelinde belirtilen formüllerle sağlanması, sürekli büyümeyi sağlayacaktır (6).

Eğer, ülkeler havadan nem kapmadan, her ortamda büyümeyi sürekli kılmak istiyorsa Milli Ekonomi Modeli’nin uygulanması zaruridir. Koronavirüsten korunmak için maske takmak, sosyal mesafeye uymak, el yıkamak ne kadar şartsa; piyasaların da Korona Ekonomisi girdabından korunması için Prof. Dr. Haydar Baş’a ait Milli Ekonomi Modelinin uygulanması şarttır. Yoksa vay halimize!      

Kaynaklar:

1.       Global Economic Prospects Analytical Chapters June 2020 (29 May 2020)

2.       Eichenbaum, M., S. Rebelo, and M. Trabandt. 2020. “The Macroeconomics of Epidemics.” Mimeo.

3.       IMF 2020; Dünya Bankası 2020c.

4.       Kose, M. A., Sugawara, N., & Terrones, M. E. (2020). Global recessions.

5.       Hazine ve Maliye Bakanlığı verileri

6.       Prof. Dr. Haydar Baş, Milli Ekonomi Modeli – İcmal Yayınları 1. Baskı(2005), İstanbul 

Benzer Yazılar
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Oldest
Newest Most Voted
Inline Feedbacks
View all comments
Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi