21 Kasım 2024 Perşembe

İlk göç

Öncelikle hepinize teşekkürler. Birçok okurumdan geçen yazımız için pozitif yorumlar almak beni çok mutlu etti.

Dedik ya geçen yazımızdan acaba neden bahsetmesek?

Bakalım bu kez, bilgisayar klavyesinden neler dökülecek? Yine “göç” yazacağız. Bu belli de. “Göç”e bu kez hangi açıdan bakacağız. Dünyayı birçok yazımda insan organizmasına benzetmişimdir. Takdir edersiniz tıp eğitimi alınca bu doğal olsa gerek. Faydalı bir besinle beslenen bir insan nasıl sağlığına sağlık katarsa, zehirli bir gıda alan insan da ölümlerden ölüm beğenmek zorunda kalır. Tabii faydalı bir besin de olsa miktarınca yemek de önemli. Sağlıklı bir gıdayı da fazla yerseniz fayda değil, zarar görürsünüz. Göç olgusu da dünya için böyle aslında.

Göç hayatın esasıdır desek yanlış demiş olmayız herhalde. Ruhlar aleminden dünyaya “göç” ile başlayan hayatımız, dünyadan ahrete “göç” ile de sona ermemekte midir?

Gelelim dünya hayatına. Dünyanın gelişimi, inkişafı da göçlerle olmuştur. Dünya tarihine baktığımızda göçlerin birçok medeniyetlerin doğuşu, etkileşimi ve yok oluşunda ana etkenlerden birisi olduğunu görürüz. Sadece medeniyetlerin mi? Hayır. Göçlerle devletler kurulmuş, devletler yıkılmıştır. Yine bir Türk tarihçinin ifadesi ile, “Osmanlı göçlerle kurulmuştur, göçlerle de yıkılmıştır.”    

Dünya göç tarihini yazan eserlere baktığımızda dünyadaki ilk göç ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem (a.s.) ile Hz. Havva (a.s.)’ın göçüdür. Yeryüzünde nimetlerle dolu, ruhları okşayan yemyeşil bir bağ olarak tarif edilen alandan çıkarılıp, başka bir alana yönlendirilmeleri ile göç tarihi başlamıştır. Burada bir dipnot düşmek istiyorum. Bazı kaynaklarda bu göç, cennetten dünyaya göç olarak tarif edilse de; “İmam Cafer Sadık (as.s)’a Adem (a.s.)’ın cennetine ilişkin soru sorulduğunda “Dünya bağlarından bir bağdı. Güneş de, ay da onun üzerine ışık saçardı. Eğer ebedi cennet olsaydı, Adem kesinlikle oradan çıkarılamazdı.” diye belirtmiştir. Yine birçok tefsirde bahsedilen yer iyi ve salih insanlara vaad edilmiş cennet olsa idi, kirli ve imansız İblisin oraya giremeyeceği ifade edilmektedir (Ayetullah Nasir Mekarim Şirazi, Tefsir-i Numune (özet) Mütercim : Alparslan Gürel, Cilt 1, sayfa:50).

Gelelim biz tekrar “göç” konumuza. İslam takvimi olarak kabul edilen Hicri takvimin başlangıcının Hz. Muhammed (s.a.a.)’in Mekke’den Medine’ye Hicreti yani göçü olması da göçün dünya tarihindeki etkilerinin anlaşılması açısından çok önemlidir. Bu göç, İslam dininin yayılması ve yükselmesinin ilk adımı olarak kabul edilir.

Dünya tarihinde göçlerden bahsedilirken göçler, birçok sınıflandırmalara tabii tutulmuştur. Bu sınıflandırmalar, her kaynakta farklı standartlara göre yapılmıştır. Mesela zaman itibarıyla göçler birçok tarih kitabında ikiye ayrılır. Birincisi sınırları belli olmayan devletler döneminde, ikinci ise özellikle 18. yy’dan sonra sınırları belli devletlerin ortaya çıkışından sonraki süreçte olanlar. 18. yy’dan sonra göçler, siyasileşmiş, hakimiyet kurma aracı olmuş, büyük balığın küçük balığı yutması şeklinde olmuş. İlerleyen yazılarımızda yine belirteceğiz gibi, sömürü düzeninin kullandığı bir suç aleti olmuş göç. Dünyaya hakim olmak isteyenler, “göç” kartını çok kez kullanmışlar, hala da kullanmaktalar.

Birinci süre göçleri incelerken 3. ve 11. Miladi yy’lardaki göçlere bakalım. Gotlar ( Almanların ataları) özellikle bir kolu olan Ostrogotlar ve Vizigotlar Roma İmparatorluğunun dağılmasında birinci derecede rol oynamışlardır. Bir kısmı ilk önce Atilla’nın ölümüne 453 yılında ölümüne kadar Hunlara tabii yaşayıp, ardından süreç içinde bugünkü İtalya, Fransa, İspanya topraklarına yerleşerek Avrupa’nın etnik temellerini oluşturarak kültürlerini tayin etmişlerdir.

Özellikle hayvanlarına otlak bulmak için yapılan göçler sonrasında devlet kurmayı başaramayan gruplar, hareket eden diğer gruba yenilmişler ve onun içinde eriyip gitmişlerdir. Örnek olarak, Batıya göç eden dinleri İslam ve dilleri Türkçe olan Peçenekler ve Kıpçaklar, devlet kuramamışlar, Rusların ilk ataları olan Kiev Prensliği ve Cengiz Han orduları karşısında tutunamayarak Bizans’a veya Macaristan’a göç etmişlerdir. Zaman içinde Hristiyanlaşarak bir süre sonra kimliklerini kaybetmişlerdir. Daha sonra birçok örnekte de göreceğimiz gibi, göçlerde toplulukların varlıklarını devam ettirmeleri ya da yok olmalarında din, ana kıstas olmuştur. 

İsterseniz burada yazımıza son verelim. Ve bir sonraki yazımızda kaldığımız yerden devam edelim.       

Kalın sağlıcakla.

Dr. Öğr. Üyesi Ali Bestami Kepekçi

Benzer Yazılar
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Oldest
Newest Most Voted
Inline Feedbacks
View all comments
Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi