7 Ekim 2024 Pazartesi

Sapere Aude!

Son günlerde sosyal medyada karşıma sık sık çıkan bir anlatımı sizinle de paylaşmak istiyorum: 

Bir üniversite öğrencisi mantık yürütme sözlü sınavına giriyor. Sınavı yöneten Profesör Hoca bir soru soruyor:

– Uçakta 500 tuğla var. Biri düştü, kaç tane kaldı?

Öğrenci:

– 499.

– Doğru. Peki, bir fili kaç adımda buzdolabına sokarsın?

– Üç adımda. Buzdolabını aç; fili sok; buzdolabını kapat.

Profesör:

– Doğru! Peki, zürafayı kaç adımda sokarsın buzdolabına?

– Dört adımda. Buzdolabını aç; fili çıkart; zürafayı sok; buzdolabını kapat.

– Doğru! Aslanın doğum gününe tüm hayvanlar gitmiş, biri hariç. Hangisi?

Öğrenci:

– Zürafa. O hâlâ buzdolabında.

– Doğru! Bir nine timsahlı bataklıktan geçmek istiyor. Bataklıkta kaç timsah var?

– Sıfır. Onların hepsi aslanın doğum gününde.

Profesör:

– Doğru. Nine bataklığı geçmeye başlamış, fakat ölmüş. Neden?

Öğrenci:

– Kafatasının çatlaması sonucu.

 Profesör:

– Nasıl yani ya?

Oğrenci:

– İlk soruda ki tuğla!

Profesör:

– Hadi be !…

Şimdi gelelim “Hadi be!”, söylemi ile biten bu anlatımı sizlerle neden paylaştığıma.

Eğer Hoca, art arda gelen soruları sorduğunda, öğrenci soruları tek tek değerlendirmeye kalksa ise mantığı çözemezdi.

Yetmedi öğrenci, her soruda basit mantığı bırakıp, çok rahat üretebileceği fikirleri, düşüncesinin önüne engel olarak koysa idi, bu mantık sınavında başarılı olamazdı. “Buzdolabı küçüktür, fil ya da zürafa nasıl sığacak?” tan başlayın; “benim fil ya da zürafayı yönetmeye gücüm yetmez” e kadar birçok düşünce, çözümlerin önüne engel olarak konulabilirdi. O zaman da öğrencinin doğru cevaba, çözüme ulaşması imkânsız olurdu.

Gençlerin düşünme mantıklarını biraz irdeleyelim.

Unutmayalım ki, tüm yaratıcı süreçler insanın bir şeylere merak duymasıyla başlar. Örneğin, okul öncesi çağda çocuklar etraflarındaki her şeyi öğrenene kadar “Bu ne?”, “Nasıl?”, “Niçin?” vb. soruları çok sık sorarlar. Gördüklerini ve duyduklarını bir kamera gibi kaydeder, bu kaydettikleri bilgileri hiç beklemediğimiz bir anda kullanır, bizleri hayretler içerisinde bırakırlar.

Başka. Gençler felsefede “Holistik” ya da “bütünsellik” adı verilen düşünme ile “ayrı ayrı parçaları bir araya getirip bir bütün olarak” düşünmeyi çok iyi yaparlar.

Başka, özgür ve bağımsız düşünceyi tercih ederler. Yani hayatın akışıyla ilerlerken, geçmiş ya da geleceği çok düşünmeden anı yaşarlar, böylece de akıllarına gelen düşüncelerini “zihin tutsaklığı”na uğramadan ifade ederler.

Bir de erişkinleri düşünün!

Çoğumuz iyi ya da kötü “var olan durumumu” koruma adına birçok söylemi direkt kabul ederiz. Halimiz kötü de olsa, ya daha da kötü olursa düşüncesi ile var olan halimizi kabulleniriz. Hatta düşünmeyi bırakır, başkalarının aklına teslim oluruz. Aklımızı başkalarına teslim etmenin kolaylığına alışmış olmak, artık bir noktadan sonra kendi aklımızı kullanmaya cesaret edememe noktasına gelir, düşüncelerimize “korkaklık” egemen olur. Alman filozof Immanuel Kant bu durumu “ergin olmama” olarak tanımlıyor. Ergin olmama, kendi aklını başkasının kılavuzluğuna sokmadır. Bir başka deyişle kararları verirken özerk davranmamadır. Bakın şöyle bir çevrenize. Kant’ın tanımına göre “ergin olan kimse yok denecek kadar az” değil mi?

Yine çevremize baktığımızda çoğumuzun kendi zihinlerimizin tutsağı olduğunu görürüz. Bu tutsaklık sonrası da çoğumuzun, adeta dünyada var olan her şeyin, birbirlerinden ayrı ve tek başlarına olarak evrende yer aldıkları algısına dayanan bir bakış açısı ile yaşadığımız bir gerçektir.  

Başarılı kişiler ya da yeni fikirler ortaya atanlar;

  • Merak edenlerdir.
  • Neden, niçin, nasıl sorularını soranlardır.
  • Bütünsel düşünmeyi başaranladır.
  • Kendi zihinlerine tutsak olmayanlardır.
  • Kant’ın ifadesi ile ergin olanlardır.
  • Gençler ya da gençler gibi düşünmeyi başaranlardır.

Ülkemizin ne kadar çok sıkıntısı olduğunu biliyoruz. Şimdi bunları tek tek sıralamak bu makalenin konusu değil.  Ama net olan, çözümü ancak kendi zihinlerine tutsak olmayanların üretebileceğidir. Asırlardır, sömürülmeyi kabullenmiş zihin tutsaklığı yaşanılan bir ortamda ancak özel kişilikler çözümü konuşabilirler, yeni fikirler ortaya atabilirler. Bu yeni fikirlerin bir anda tüm kesimlerce kabul edilmemesi, muhatapların zihinlerine tutsak olmalarından başka bir şey değildir.

İşte Prof. Dr. Haydar Baş, bunu başarmış; hiçbir güç ya da fikirden korkmadan 73 yıllık ömrü boyunca genç kalmayı başarmış, doğru bildiklerini ifade etmiştir.

Kaleme aldığı “Milli Ekonomi Modeli” ile kapital sistemin sömürüsüne başkaldırmıştır.

“Tevhidin Merkezi Ehl-i Beyt’tir” diyerek İslam Âlemindeki 15 yıllık ayrılığa son vermiştir.

“Atatürk birleştirici harçtır” diyerek Milletimiz ile Mustafa Kemal Atatürk’ü buluşturmuştur.

“Amerika’ya karşı çıkan Deniz Gezmiş ve arkadaşları dinsiz! Onlara karşı çıkıp 6. Filo’yu kıble yapıp namaz kılan sağcılar dindar! Ben bunu reddediyorum, kabul etmiyorum” diyerek tabuları yerle bir etmiş, siyasette birliği sağlamıştır.

Şimdi de bu projeleri iktidar etmek için yola çıkan BTP Genel Başkanı Hüseyin BAŞ, “24 yaşında kendimi Türkiye’nin bağımsızlığına adıyorum diyen Deniz Gezmiş gibi ben de kendimi 29 yaşında Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına adıyorum” demektedir.

Var bi hayalimiz!” diyerek zihin tutsaklığını reddetmektedir.

Düşüncesinde nasıl “ergin olduğunu” tüm dünyaya haykırmaktadır.

Şimdi sıra halkımızın zihin tutsaklığına “hayır” demesindedir.  

Felsefe biliminde ünlenmiş bir ifade ile yazımızı bitirelim:

“Sapere Aude!” (“Bilmeye cesaret et!”)

Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi 

Kaynak

  1. KANT, Immanuel. Was ist Aufklärung. Buchhandlung Nationalverein, 1910.
  2. https://www.edebiyatdefteri.com/205090-hadi-be/
Benzer Yazılar
4 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi