21 Kasım 2024 Perşembe

Sınırları belirleyen silahlar değil kültürlerdir

Birçok tarih kitabında Türklerin Anadolu’ya göçlerinin Malazgirt Savaşı (1071) ile başladığı görüşü hakimdir. Aslında tam olarak da işin aslı bu değildir. Bizans İmparatoru Romanos Diogenes’in ordusunda Peçenek, Kuman (Kıpçak), Uz(Oğuz)’ların yanında Anadolu Türkmenlerinden oluşan birlikler olunduğu bilinmektedir. Askerlik yönleri ile ön plana çıkmış Türkler, Bizans İmparatorluğu ordusunda da önemli fonksiyonlar görmekte idiler.

Türk kavimlerinin Anadolu’ya göçleri 1071’den çok evvel doğal ve siyasal koşullar altında başlamış, Türkmen aşiretlerinin yeni topraklar aramasında Türkmen Beylerinin önemli rolü olmuştur.

Ahmed Yesevi Hazretlerinin Anadolu’ya gönderdiği 30 bin Anadolu ereninin etkisi ile 1071-1242 yılları bu coğrafyaya İslam-Türk damgasını vurmaları ile sonuçlanmıştır. Bu süreci Anadolu’ya göç eden Türklerle Bizans mücadelesi olarak görmek yanlıştır. Yukarıda da belirttiğim gibi, Bizans ordusunun da büyük bir çoğunluğunu Türkler oluşturmaktadır.

Türkmen, Oğuz gibi etnik kimlikler diğer kimliklerle karışmış, eski isimler altında yeni gruplar ortaya çıkmıştır. Örneğin, Alparslan’ın 1066’da veliahtı olarak tayin ettiği oğlu Melikşah İran’da hüküm sürmüş ve Farsileşmiştir. Anadolu’da ise Türkler, Oğuz-Türkmen kimliklerini korumuşlar ve Türk-İslam medeniyetini oluşturmuşlardır. Moğol baskısı, yeni yurt ve güvenlik arayan Türkmen olan aşiretlerin daha rahat bir şekilde Batı Anadolu’ya yerleşmelerine yol açmıştır. 13. Yy’da Hacı Bektaş Velinin talebeleri, Orta Aya’da Ahmet Yesevi’nin yaptığı gibi İslam’ı halkın anlayacağı bir dil ve görüş ile anlatmaya çalışmışlardır, yani İslamın esas olan boyutunu, Ehl-i Beyt anlayışını yaymışlardır. Gönül fethini, askeri fetihten fazla benimsemişlerdir. Bu zaten Ehl-i Beyt anlayışının esasıdır. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.a.)’nın ve yine Hz. Ali (a.s.)’ın yaklaşımı budur. Hemen bir parantez açalım, günümüze gelelim. Bizleri Ehl-i Beyt ile hemhal eden değerli Üstadımız Prof. Dr. Haydar Baş’ın “İnsan gönüldür, gönül!” ifadesi tam olarak da bu anlayışın günümüze iz düşümüdür.

Hacı Bektaş Velinin yetiştirdiği Ahiler, din ile sanat ve ticareti bağdaştırarak İslamın bir yaşam tarzı olduğunu kendi hayatlarında bizzat yaşayarak ortaya koymuşlardır. Bu süreç siyasi ve askerlik kabiliyetleri ön planda olan, aynı ekolün yetiştirdiği liderlerin Osmanlı Beyliğini kurması ile devam etmiştir. Osmanlı Beyliğinin büyüme ve yayılmaya başladığı dönemde etnik kökenleri ne olursa olsun mensupları, üst kimlik olarak kendilerini “Türk” olarak görmekte idiler. Neticede din, milliyeti tayin eden ana kıstas olmuştur. Tarih boyu bu böyle olmuştur, birçok kişi aksini iddia etse de halen de böyledir.    

Şunu özellikle ifade etmek isterim. Savaşlar, silahlı mücadeleler tarihe ciddi yön vermiştir. Ama aslında “tarihin yönünü belirleyen savaşlar değil, göçlerdir” desek yanlış bir tespit yapmış olmayız. Savaşlar, çatışmalar o bölgedeki insanların göçünü başlatması, hızlandırması açısından önemlidir. Yani sınırları belirleyen, silahlar değil, kültürlerdir. Türklerin gerek Anadolu’ya, gerekse Rumeli’ye hâkimiyetleri savaşlarla değil, gönül fetihleri ile olmuştur. Anadolu’da bulunan Alperenler, Ahi teşkilatları, Abdal teşkilatları, özet olarak Hacı Bektaş-ı Veli’nin talebeleri, Osmanlı’nın kuruluş yıllarında dine hizmet maksadıyla görev yapmışlardır.

Osmanlı’nın genişleme alanı Bizans toprakları olmuştur. Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan 1478 yılına kadarki süreci anlatan Aşıkpaşazade’nin yazdığı Osmanlı tarihinden de anlaşıldığı üzere, Bizans Kalelerinin ele geçirilmesinde Batı Anadolu’da Müslüman yani Türklerden oluşan nüfus fazlalığı olmasının, bu fazlalığı hafifletmek için Osmanlı idaresinin Rumeli’ye doğru yayılmaya başlamasının etkisi görülmektedir.

Orhan Bey’in 1326 yılında Bursa’yı fethi ile Beylik artık Devlet olma sürecine girmiştir. Devletleşme süreci başladıktan sonra, Osmanlının genişlemesinde siyasi, dine hizmet ve ekonomik hedeflerin yanında şahısların ihtiras ve korkularının da yeri olduğunu görürüz. Mesela Osman Gazi’nin arkadaşları arasında Hristiyan savaşçılar (Mihaloğulları) da vardı. Ama devlet yönetimi ve devlet teşkilatları, hep Türkler tarafından kurulmuş ve yönetilmiştir. Ama ne zamana kadar? İmparatorluk döneminin başladığı söylenebilecek II. Mehmed’in İstanbul’u fethine kadar.

Bugünlük de bu kadar olsun. Kalın sağlıcakla.

Benzer Yazılar
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Oldest
Newest Most Voted
Inline Feedbacks
View all comments
Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi