19 Mayıs 2024 Pazar

Ne büyük iş yapıyoruz değil mi? Gazze ve Filistin bitiyor!

Gazze’de Al-Shifa Hastanesinin artık hizmet veremediğini Dünya Sağlık Örgütü, sosyal medya hesabından “son derece endişe verici ve korkutucu” mesajıyla iletti.

Ve mesaj; “Gazze’nin kuzeyindeki Al-Shifa Hastanesi’ndeki bağlantılarıyla iletişimi kaybetti. Hastanenin tekrarlanan saldırılara maruz kaldığına dair korkunç raporlar ortaya çıkmaya devam ederken, bağlantılarımızın on binlerce yerinden edilmiş insanla birleştiğini ve bölgeden kaçmakta olduğunu varsayıyoruz.” şeklinde devam etti.

Edinilen bilgilere göre, artık Al-Shifa Hastanesi’nde hastaneye ait iki bina arasında geçiş yapanlar bir keskin nişancılar ile vurulurken; çevresi de tanklarla çevrilmiş durumda.

Peki 7 Ekim’den beri saldırı altında olan Gazze’de artık sağlık hizmetlerinin de sona ermesi noktasına bir anda mı gelindi?

Bu süreci 16 yıldır Al-Shifa hastanesinde çalışan Norveçli doktor, anesteziyoloji uzmanı Dr. Mads Gilbert’in son yazdığı birkaç sosyal medya mesajı ile gözler önüne sermek istiyorum.

  • ‘Başkan Biden… Bay Blinken… Güvenli bir yer olduğunu düşündükleri hastanelere sığınan insanların çığlıklarını duyabiliyor musunuz? Bunu ne zaman durduracaksınız? Hepiniz suç ortağısınız!’
  • “Cani İsrail Silahlı Kuvvetleri az önce Gazze’deki üç sevgili meslektaşımızı daha bombaladı ve öldürdü: Dr. Basel Mehdi (Jinekolog), Dr. Hammam Ellouh (böbrek uzmanı) ve Dr. Raed Mehdi (Jinekolog). Cinayet özel bir doğum kliniğinde ve evde işlendi. En az 20 aile üyesi daha öldürüldü. Onların cesaretini ve şehadetlerini onurlandırıyoruz. Korkak katillerini kınıyoruz.

Cesur meslektaşlarımızın meşalesini ileriye taşıyacağımızın sözünü veriyoruz.”

  • “Prematüre bebekler hükümet ordusunun hedefi mi?

İsrail ordusunun ahlaki çöküşü çok büyük.”

  • “GAZZE VAZGEÇMİYOR: Güney Gazze’deki hastanedeki cesur meslektaşlarım, yanmış çocukları ellerindeki kartonlarla tedavi ediyor ve acıyı dindirmek için ‘manuel vantilatörler’ kullanıyorlar. İsrail’in Gazze’yi felç eden zalim topyekun kuşatması nedeniyle ağrı kesici bulunmuyor. Ancak Gazze’nin cesur halkı pes etmiyor, biz de pes etmemeliyiz!”

Ve sonuç:

  • İsrail’in saldırıları nedeniyle Şifa Hastanesi hizmet dışı kaldı.
  • Şifa Hastanesi Müdürü: “Biriken cenazeleri hastanede defnetmeye çalışacağız”

Uluslararası Hukuk’ta Savaş Yaralıları ve Sivil Nüfus  

Uluslararası Hukuk, savaş yaralılarını ve sivil nüfusu savaşın etkilerinden korumaya odaklanmışken; İsrail vurdum duymazlığına ve gözünü karartarak çocuk, yaşlı, kadın, erkek, sivil, asker demeden herkesi öldürmeye devam ediyor. 

Bakınız Türk tarihi, savaşlarda düşman askerlerinin yaralılarına ve esirlerine gösterilmiş inanılmaz insanlık hikayeleri ile doludur. Malazgirt Meydan Muharebesi’nde esir düşen Bizans İmparatoru IV. Romanos Diogenes’in sağlık ve güvenliğinin garanti edilmesi ve kısa bir süre sonra serbest bırakılması;

Yüzbinlerce asker ve vatandaşımızın şehit olmasına rağmen; Çanakkale Savaşı (1915)’nda, Kurtuluş Savaşı (1919-1923)’da, Kıbrıs Barış Harekatı (1974)’nda, Balkan Savaşları (1912-1913)’nda Türk askerlerinin düşman yaralılarına yardım etmesi ve esir düşen düşman askerlerine insancıl bir şekilde davranması tarih kitaplarına altın harflerle yazılmıştır.

Ama İsrail, bu tutumuna yeni mi başladı?

Hayır! Kuruluş tarihi 1947’den beri aynı.

İsrail’in “Koruyucu Hat Operasyonu” adını verdiği, 8 Temmuz 2014’te başlayıp 51 gün süren saldırısı bugünden farklı mıydı? Uluslararası raporların “en uzun ve en şiddetli” olarak tanımladığı saldırı, Gazze Şeridi’ndeki binlerce insanın ölümünün yanında, sanayi tesislerinin yıkılmasına, binlerce kişinin işini kaybetmesine ve böylelikle ekonominin çökmesine de yol açmıştı. 2 milyonu aşkın nüfusuyla 360 kilometrekarelik dar bir alana sıkışmış Gazze Şeridi’ni ilk olarak savaş uçaklarıyla vurmuştu.

2009 yılı saldırısında İsrail, üç hafta süren saldırılar sırasında aralarında yüzlerce sivilin de bulunduğu 1400 Filistinliyi öldürmüştü.

Örnekler artırılabilir. Ama hep kınanmıştı.

Örneğin Türkiye’nin, birçok sivilin öldürüldüğü 4 Ocak 2009 Gazze saldırısının olduğu gün TBMM tutanaklarına geçen tepkisinin en net cümleleri “Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin derhal duruma el koymasını ve olayları kontrol altına almak üzere gerekli adımları atmasını önemle bekliyoruz.” idi.

Ve İsrail de her seferinde daha da yıkıcı davranmayı sürdürmüştü.

Tam da bugünlerde yaşadıklarımız gibi.

Bakınız Müslüman Türklerin esir aldığı askere iyi davranması nasıl doğalsa; İsrail’in de hastaneleri bile bombalaması, hiçbir ayırım yapmadan sil baştan herkesi öldürmesi doğaldır.

III. Mabet Hareketi

Bakınız; Yahudi inancına göre, M.S. 70 yılında Süleyman Mabedi’nin yıkılmasının ardından III. Mabet’in Mesihî kurtuluş döneminde Tanrı tarafından gönderilecek bir Mesih öncülüğünde mucizevi bir biçimde yeniden inşa edileceği inancı kabul edilmiştir.

Yahudiler, XX. yüzyıla kadar pasif bir bekleyiş süreci içerisine girmişken, gelişen siyasi olaylar sonrasında İsrail Devleti’nin Mesihî kurtuluşun bir aracı olduğu kabulüne dayanan doktrin geniş kitleler tarafından benimsenmeye başlanmıştır. Dindar Siyonistlerin yoğun gayretleri ile III. Mabet Hareketi olarak adlandırılan fundamentalist bir hareket doğmuştur.

MÖ 957’de bitirilmiş devasa Süleyman’ın Mabedi veya Birinci Mabet’in üçüncü kez inşası ana bir amaç haline gelmiştir. Bu hareket Kudüs’te bulunan Mabet Tepesi’ndeki İslamî mirası yok ederek yerine III. Mabet’i inşa etmeyi hedeflemektedir. III. Mabet Hareketi’nin nihai amacı bölgede teokratik düzene dayalı bir krallık kurmaktır ( Büyük İsrail Devleti ).

Geleneksel Yahudi inancında Mesih geldikten sonra gerçekleşmesi beklenen bu hadise, III. Mabet aktivistleri tarafından, Tanrı’nın tarihe mucizevi bir biçimde müdahalesi reddedilip kurtuluşun insan eliyle gerçekleşeceği kabulü esas alınarak tamamlanmaya çalışılmaktadır.

Uzun lafın kısası

İsrail’in Filistin’e yönelik saldırılarının tarihsel inançlara dayanan III. Mabet Hareketi gibi dini faktörleri içerdiği çok açıktır.

Sivil kayıplara ve insanlık dramına neden olan bu saldırıları bırakmaya da niyeti yoktur.

Burada esas acı olan sürecin her noktasının dini inanç merkezinde yürüdüğü açıkken; bölgedeki ve dünyadaki İslam Ülkelerinin yöneticilerinin sessizliğidir. Kınamalar ambargoya dönüşmedikçe de sonuç alınması imkansızdır. İslam ülkeleri yöneticileri göbek bağları ile emperyal güçlere teslim olunca Gazze, Filistin yok olmaktadır.

Peki Türkiye!

Bakınız biz Türkiye olarak neler yapıyoruz Miting yaptık, sert cümlelerle her gün eleştiriyoruz, kınıyoruz, kritik diplomatik görüşmeler yapıyoruz.

Başka?

Serbest Gazeteci Metin Cihan’ın haberine göre İsrail’e günde 7 gemi gönderiyoruz. (Metin Cihan: İsrail’in saldırıları başladığından beri Türk limanlarından kalkan 253 gemi İsrail’e ulaştı. Her gün ortalama 7 gemi hareket ediyor. Ham petrol ve akaryakıt taşıyan tankerler, demir çelik, çimento, gıda ve diğer ürünler aralıksız bir şekilde İsrail’e ulaşıyor.)

Ha bu arada en önemlisi. Marka kiralama (franchise) şeklinde çalışan Türk şirketlerinin ürünlerini TBMM kantinlerinde, belediye kantinlerinde, THY yurt içi uçuşlarında (yurt dışı uçuşlarda hala serbest) bulundurmayarak boykot yapıyoruz. Ne büyük iş yapıyoruz değil mi?

Ve sonuç kaçınılmaz oluyor.

Gazze ve Filistin bitiyor!

Benzer Yazılar
0 0 votes
Article Rating
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi