14 Eylül 2025 Pazar

Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi

Zamanı Gelince Konuşanlar: Vakit Geldi mi?

Bu yazı, Bahçeli’nin “Kürt/Alevi Cumhurbaşkanı Yardımcısı olabilir” sözünün aylar sonra gündeme taşınmasını ve ardından gelen örtük teyitleri değerlendirerek, siyasette planlı bir senaryonun parça parça işletildiğini tartışmaktadır. Yazı, çözümün millet iradesinde ve üniter devlet çizgisinde olduğunu savunmaktadır.

Kimlik Değil Millet, Proje Değil Gerçeklik

Bu yazı, Türkiye’de “Kürt sorunu” adı altında yürütülen tartışmaların aslında etnik bir kimlik meselesi değil, tüm vatandaşları etkileyen yapısal sorunların istismarından ibaret olduğunu savunuyor. Adalet, liyakat ve ekonomik eşitsizlik gibi sorunlar etnik kökenden bağımsız şekilde herkesi etkilerken, bazı odaklar bunları özellikle “Kürt sorunu”na indirgemekte. Bu yaklaşım, dış destekli projelerle çok kimlikli anayasa, özerklik ve federasyon taleplerine zemin hazırlamakta. Oysa çözüm, etnik pazarlıklarla değil; Atatürk’ün, Prof. Dr. Haydar Baş’ın ve Hüseyin Baş’ın savunduğu eşit yurttaşlık ilkesine dayanan milli projelerle mümkündür. “Kürt ile Türk’ün arasında bir sorun yoktur; sorun bu kardeşliği projelere kurban etmek isteyenlerdedir.”

Kürt Kalemiyle Çizilen Harita: Irak’ta Oldu, Türkiye’de Neden Olmasın?

Irak’ta 2005 Anayasası’yla Kürt kimliği resmî düzeyde tanındı, Kürtçe resmî dil oldu. Ancak bu süreç, federalizm maskesi altında Irak’ın parçalanmasına, Türkmenlerin silinmesine ve etnik kimliklerin anayasal kurucu unsur haline getirilmesine yol açtı.

Türkiye’de de benzer söylemler (“ana dilde eğitim”, “sivil anayasa”, “kimlik temsili”) devreye alınıyor. Dış destekli vakıflar ve STK’lar, görünürde kültürel çoğulculuk üzerinden etnik merkezli projeler yürütüyor. PKK ve diaspora yapıları Lozan’a karşı açık pozisyon alıyor.

ABD ise Kürtleri değil, Kürt kimliğini kalem gibi kullanarak Ortadoğu’yu yeniden şekillendiriyor.

Harita “Kürt kalemiyle” çiziliyor, ama eldeki yön ABD’nin.

Türkiye’de asıl sorun etnik kimlikler değil, herkesin ortak yaşadığı adaletsizlik ve eşitsizliktir. Çözüm; ayrışma değil, hukuk içinde eşit vatandaşlıktır. Irak’ta olan, “sivil anayasa” bahanesiyle Türkiye’ye taşınmak isteniyor.

Mezheple Değil, Vicdanla Yürüyelim

Bu yazı, Türkiye’de son dönemde öne çıkan ümmetçilik ve mezhebi temsiliyet tartışmalarını ele alıyor. Erdoğan ile Özgür Özel arasında geçen “ümmet” merkezli polemik üzerinden başlayan değerlendirme, mezhepler üzerinden yapılan yeni siyasi tasarımların tehlikelerine dikkat çekiyor. Suriye’de uygulanan modelin Türkiye’ye uyarlanmak istenmesi, “Lübnanlaşma” benzeri bir sürecin habercisi olarak görülüyor. Yazı, çözümün mezheple değil, vicdan temelli bir adalet anlayışıyla mümkün olabileceğini vurguluyor.

Bahçeli’nin “Alevi Kürt Temsili” Önerisi

Bu yazı, son dönemde Türkiye’de dillendirilen “temsiliyet” odaklı siyasi önerilerin, yüzeyde bir hak arayışı gibi görünse de aslında Türkiye’nin bir sistem değişikliğine doğru adım adım sürüklendiğini ileri sürmektedir. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Alevi ve Kürt Cumhurbaşkanı Yardımcıları önerisi, Sevr Antlaşması’ndaki etnik-temelli temsiliyet modelini çağrıştıran bir zihniyete işaret etmektedir.

Yazının merkezinde, 2013–2015 Akil İnsanlar sürecinde yer almış olan KYB Politbüro üyesi Abdurrahim Semavi’nin 2024–2025 yıllarında yaptığı açıklamalar yer almakta; bu açıklamalar, Suriye’de hazırlanmakta olan anayasanın, Türkiye’deki bazı yerel yönetim reformlarıyla paralel olarak kurgulandığını ortaya koymaktadır. Semavi, Kürtlerin temsiliyet adı altında Suriye’de kabineye dahil edileceğini ve Türkiye’de düşünülen modelle benzerlikler taşıyan bir yapının oluşturulacağını açıkça belirtmektedir. Bu bağlamda valilerin seçimle gelmesi, meclislerin güçlendirilmesi gibi başlıkların Türkiye’de gündeme taşınması, “laboratuvar” olarak nitelendirilen Suriye’den “ithal” bir modelin işaret fişekleri olarak yorumlanmaktadır.

İsrail’in Kürt ve Dürzi Hamlesi

📌 Ortadoğu yeniden şekillenirken Türkiye hangi oyunun parçası?
İsrail’in azınlık stratejisi, ABD’nin SDG’ye desteği ve “Terörsüz Türkiye” söylemi…
Asıl mesele ekonomi mi, güvenlik mi, yoksa yeni haritalar mı?

📉 Halk geçim derdinde, siyaset başka hesaplarda.
📍 Büyük İsrail projesi adım adım mı işliyor?

🔗 Yazının tamamı için göz atın.

İdamdan Müzakereye: Bir Sürecin Sessiz Yürüyüşü

Bir dosya sümen altı edildiğinde sadece bir karar değil, bir gelecek şekillendirilir.
2000 yılında alınan “bekletme” kararı, aslında bugünün “yeni çözüm süreci”nin temellerini o gün attı. Öcalan’ın idam edilmemesi, bugün DEM’in, HDP’nin, İmralı’nın meşru aktör olarak konuşmasına alan açtı. Çözüm süreci 2009’da değil, 1999’da başladı.

Haydar Baş’ın “Bir defa dünyaya geldim, bunu da satmam” diyerek reddettiği tezgâha, başkaları masa kurdu, rıza gösterdi, ortak oldu. Bugün aynı eller “devlet aklı” diye takdim ediliyor.

Barışın Bedeli Ne Olacak?

“Terörsüz Türkiye” adı altında yürütülen süreç, sadece silahların susmasıyla sınırlı değil; kimlik, anayasa ve bağımsızlık anlayışının yeniden tanımlandığı bir dönüştürme girişimidir.
Prof. Dr. Haydar Baş’ın 2003’te yaptığı uyarılar bugün bire bir yaşanıyor:
Barış adı altında egemenlik mi devrediliyor?
Silah sustu, ama kim konuşuyor?
Barışın bedeli ne olacak?

Prof. Dr. Haydar Baş’ın Uyardığı Günlere mi Geldik?

Bugün Türkiye’nin karşı karşıya olduğu asıl mesele, etnik veya mezhebî farklılıklar değil; bu farklılıkların emperyal projeler doğrultusunda anayasal statüye taşınarak iç çatışma zeminine dönüştürülmesidir. Bu nedenle çözüm, geçmişin imparatorluk sistemlerinde değil, Cumhuriyet’in kurucu ilkelerinde ve eşit vatandaşlık anlayışında aranmalıdır. “Tek millet” ilkesi; kimlik dayatması değil, bütün farklılıkların Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı paydasında özgürce var olmasını garanti altına alan ortak üst kimliktir.

Erken Seçim Gerçekten Bir Çözüm mü?

Muhalefetin görevi, yalnızca sandık istemek değil; hangi rejimin, hangi devlet anlayışının, hangi toplumsal yapının devamı için sandık istediğini ortaya koymaktır. Aksi takdirde, milletin önüne koyduğu sandık, milletin elinden alınan devletin örtüsü olur.

Bu sebeple, “erken seçim” talebini bir takvim değil, bir tavır, bir direnç, bir ilke olarak tanımlamak gerekir. Unutulmamalıdır ki, Cumhuriyet sandıkla kurulmadı; ama sandık Cumhuriyet’i korumanın en meşru vasıtasıdır. O sandığın kıymeti de, içini neyle doldurduğunuzla ölçülür.

Varlık Tanındı mı? Devlet Aklı, Terörle Çizgiyi Nerede Çekiyor?

Eğer süreç bir “diyalog” ya da “pazarlık” ise, PKK ne kazanacaktır?

“PKK, varlığımızı kabul ettiler” diyorsa, bu söylem bir meşruiyet ilanı değil midir?

PKK ile aynı masaya oturmak, onları ikna etmeye çalışmak, Türkiye Cumhuriyeti’ne kazandıracaktır?

Kürt kökenli vatandaşlarımızı ne PKK ne de DEM temsil edemez. Bu gerçeği inkâr eden her yapı, toplumsal birliği değil ayrışmayı teşvik eder.

Bu nedenle, “muhataplık” söyleminin toplumda yaratacağı kırılmaları göz ardı etmek, yalnızca bir iletişim hatası değil, aynı zamanda millî güvenlik açısından ciddi bir zaafiyet olur.

Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi