7 Kasım 2025 Cuma

Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi

Türkiye’nin Dış Politika Serüveni: Kaçırılan Fırsatlar ve Büyük Tehditler

1990’lardan sonra Türkiye’nin önüne hem Türk Cumhuriyetleri hem de İslam coğrafyasında liderlik için büyük fırsatlar çıktı. Ancak bu süreç ABD ve AB politikalarının gölgesinde heba edildi. Büyük Ortadoğu Projesi, Demokratik Konfederalizm ve Yeni Osmanlı hayalleri aynı hedefe hizmet ederek Türkiye’yi küresel planlara bağımlı hale getirdi. Bugün Zengezur Koridoru ve Suriye denkleminde görüldüğü gibi, Türkiye bölgesel liderlik yerine taşeronluk rolüne itildi. Tarih bize gösteriyor ki birlik ve bağımsızlık olmadan liderlik mümkün değildir; ayrılık ve bağımlılık ise sadece bölünmeye yol açar.

Egemenlik ve Ekümenlik: Lozan’dan Günümüze Sessizlik ve Hassasiyet

Türkiye, Lozan Antlaşması’yla “ekümenlik” unvanını tanımamış ve Fener Rum Patriği’nin yetkilerini yalnızca İstanbul’daki Rum Ortodoks cemaatiyle sınırlamıştır. Ancak bugün uluslararası zeminde bu unvanın kullanılmasına karşı resmî tepki verilmemesi, egemenlik hassasiyetinin zayıfladığı algısını güçlendirmektedir.

Ekümenlik, Vatikan benzeri bağımsız bir otorite iddiası taşıyabilir ve bu durum, anayasal düzenin teklik ve bütünlüğünü aşındırma riski barındırır. Tehlike, artık yalnızca açık siyasi taleplerden değil; dinlerarası diyalog, ılımlı İslam gibi yumuşak başlıklarla sunulan ve egemenlik devrine zemin hazırlayabilecek projelerden de gelmektedir.

Atatürk’ün “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir” çizgisi, bugün de Türkiye Cumhuriyeti’nin kırmızı çizgisidir. Eşit yurttaşlık ve din–vicdan özgürlüğü korunmalı, ancak paralel otorite doğuracak her girişim hukukla engellenmelidir.

Terörsüz Türkiye Komisyonu: Devlet Politikası mı, Siyasi Proje mi?

Türkiye’de “Terörsüz Türkiye Komisyonu” süreci, 2013’teki “Akil Adamlar” örneğine benzer şekilde, halkı önceden belirlenmiş bir politikaya alıştırma işlevi görüyor. İktidar ve muhalefet söylemleri benzeşiyor; bu da sürece meşruiyet kazandırıyor. Suriye ve Zengezur örneklerinde görüldüğü gibi, başlangıçta Türkiye’nin öncü rol iddiası, zamanla ABD ve AB eksenli bir çizgiye kayıyor. Gerçek bir devlet politikasının ilk şartı, anayasal bağlılıktır; anayasaya aykırı projeler “devlet politikası” olarak sunulamaz. Siyasi çıkarlar, devletin ebedi menfaatlerinin önüne geçemez.

Sorunun Adını Doğru Koymak

Bu yazı, “Kürt sorunu” ifadesinin tarihsel ve hukuki açıdan yanlış bir tanım olduğunu savunuyor. Kavramın uluslararası hukukta ayrılıkçı tezleri beslediği, Türkiye’nin üniter yapısını zedeleyebileceği vurgulanıyor. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, Kürtlerin Türklerle birlikte ülkenin kurucu unsurları olduğu hatırlatılıyor. Sorunun etnik değil; terör, kalkınma ve adalet ekseninde çözülmesi gerektiği belirtiliyor. Lozan görüşmelerinde İngilizlerin ayrılıkçı tezlerine karşı verilen net cevap, bu yaklaşımın tarihi dayanağı olarak sunuluyor.

Napolyon’dan Trump’a: “Dost” Maskesiyle Gelen Stratejiler

Napolyon’un 1798’de Mısır’ı işgal ederken kullandığı “İslam’ın dostu” söylemi, Obama’nın El-Ezher’deki “Yeni Bir Başlangıç” konuşması ve Trump’ın İbrahim Anlaşmaları, farklı dönemlerde dostluk söylemleriyle yürütülen jeopolitik stratejilerin benzerliğini ortaya koyuyor. Türkiye’nin Zengezur Koridoru’ndan KKTC’nin tanınmamasına kadar yaşadığı diplomatik kayıplar, devlet politikası eksikliğinin sonuçlarını gösteriyor. Büyük devlet olmanın yolu, değişmeyen, ebediyet merkezli bir stratejiden geçiyor.

Prof. Dr. Haydar Baş’ın Bıçak Misali ve Bugünün Türkiye’si

Prof. Dr. Haydar Baş’ın “bıçak misali” sözü, aletin nötr olduğunu; asıl önemin onu kullanan kafa ve gönülde olduğunu anlatır. Bugün bu misal, devlet yönetiminden ekonomiye, medyadan teknolojiye kadar her alanda geçerlidir. Doğru ellerde güç, refah ve birlik üretir; yanlış ellerde fakirlik, kutuplaşma ve güvensizlik doğurur. Önce bireyler kendini kazanmalı ki, güvenli, güçlü ve refah içinde bir Türkiye inşa edilebilsin.

Zengezur Koridoru, İmralı Görüşmeleri ve Üniter Devlet Gerçeği

Prof. Dr. Haydar Baş’ın yıllar önce dile getirdiği “Müslüman Türk kimliği”, “devlete ebedilik sıfatı” ve “büyük devlet cesaret ister” uyarıları, bugün Türkiye’nin karşı karşıya olduğu bölgesel yalnızlık ve stratejik kayıplar karşısında hâlâ yol gösterici nitelikte. Zengezur Koridoru’nun kaybedilmesi, KKTC’nin Türk Cumhuriyetleri tarafından tanınmaması ve “Terörsüz Türkiye” söylemiyle kurulan komisyon gibi gelişmeler, yanlış politikaların ve üniter yapıyı zayıflatacak adımların tehlikesini ortaya koyuyor. Çözüm; güçlü kimlik, cesur diplomasi ve ortak değerlerde birlik.

Zengezur: Kaçırılan Fırsat, Kayıp İnisiyatif

Zengezur Koridoru, Türkiye’yi doğrudan Nahçıvan ve Azerbaycan üzerinden Orta Asya’ya bağlayan stratejik bir hattır. 2020’den itibaren Türkiye, koridorun işletmesine talipti; projeler ve ihaleler planlandı. Ancak Ermenistan’ın egemenlik itirazları, Rusya’nın bölgesel baskısı ve ABD’nin hızlı diplomatik hamlesi sonucu, 8 Ağustos 2025’te imzalanan “Trump Rotası” anlaşmasıyla koridorun 99 yıllık işletme hakkı ABD’ye geçti. Türkiye hattı kullanabilecek, ancak işletme kontrolü ve gelirleri başka bir ülkenin elinde olacak. Bu, ekonomik kazançtan çok stratejik inisiyatifin kaybı anlamına geliyor.

İttifak Tartışmaları Alevleniyor: Kim, Nerede Duruyor?

Bu köşe yazısı, İYİ Parti’nin Bursa mitingi ekseninde başlayan “üçüncü yol” tartışmalarını değerlendiriyor. Yazıda, ittifak tartışmalarının zamanlaması, ilkesel duruşun gerekliliği, BTP’nin mitinge verdiği destek ve “devlet aklı” kavramı üzerinde duruluyor. CHP ile İYİ Parti mitingleri karşılaştırılıyor, DEM Parti ile yürütülen süreçte iktidarın tutarsız söylemleri sorgulanıyor. Son olarak, ekonomik krizin halk nezdindeki etkisi ve yaklaşan seçimlerde seçmen reflekslerinin nasıl şekillenebileceği tartışılıyor. Yazar, seçim süreci beklenmeden adalet, liyakat ve ilkeler temelinde bir duruşun sergilenmesinin stratejik bir zorunluluk olduğunu vurguluyor.

Sahte Diploma, Dijital Tehdit

Sahte diploma skandalı, bireysel bir sahtekârlığın ötesinde, Türkiye’nin dijital kamu altyapısındaki güvenlik açıklarını gözler önüne sermiştir. E-imza sistemindeki zayıflıklar, sahte belgelerin kolayca sisteme entegre edilmesine olanak tanımaktadır. Bu durum sadece akademik alanda değil, seçim güvenliği, tapu, vergi gibi hayati alanlarda da ciddi riskler doğurmaktadır. Adaletin sadece mahkeme salonlarında değil, dijital süreçlerde de tecelli etmesi gerektiği vurgulanmakta; hukuki yaptırımların caydırıcı biçimde uygulanması ve sistemin yeniden yapılandırılması çağrısı yapılmaktadır.

Komisyon Değil, Akil Adamlar 2.0: Terörsüz Türkiye Süreci Gerçekten Ne?

TBMM’de kurulan “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu”, ismiyle umut vadetse de içeriğiyle 2013’teki “akil adamlar heyeti” sürecine benziyor. Prof. Dr. Haydar Baş’ın o dönem yaptığı uyarı hâlâ geçerli: “Halkı değil, Kandil’i ikna edin.”

Cemil Bayık’ın son açıklamaları, bu sürecin sadece silahsızlanmayla sınırlı olmadığını, PKK’nın siyasi taleplerinin karşılanmasını hedeflediğini ortaya koyuyor. Bayık açıkça, CHP’nin komisyonda bulunmasını meşruiyetin şartı olarak sunuyor.

Bülent Ecevit’in yıllar önce söylediği gibi:

“Türkiye’de Kürt sorunu yok. Sorun, hizmet eşitsizliği ve dış müdahaledir.”

Lozan’da çizilen sınır nettir:

“Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür.” (Anayasa Md. 66)

Etnik kimlik siyaseti, ülkenin birlik ve bütünlüğüne zarar verir. Gerçek çözüm, hukukta eşitlik, yönetimde adalet, hizmette tarafsızlık ile mümkündür.

Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi